Sınıfa girdiğimde çıt çıkarmadan ama delicesine ağladığını gördüm. Dünyanın en güzeli mavi gözleri kan çanağı gibiydi. Sapsarı buğday rengi nefis saçları dağılmıştı. Beni görünce yerinden fırladı. İncecik, uzun boylu bedenini bir çırpıda sınıfın dışına attı. Uzun süre gelmedi. Neden sonra anladım ki, değil sınıfın, okulun en güzel kızı olan Miroslava Kırişova'nın, Çekoslovakya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde görevli babası kadife devrimin boğulması üstüne geri çağrılmıştır. Bir iki gün içinde bilinmedik bir yolculuğa çıkacaklardır. Gerçekten de o kadar zarif, ince, güzel, çalışkan, nazik Miroslava'dan o gün bugündür haber alamadım.
***
Vaclav Havel'in öldüğünü duyunca bir kere daha o günü anımsadım. O sıralarda
Dubçek Türkiye'ye gönderilmişti. Babamla, birlikte çalıştığı Orhan Bey
Çekoslovak Seramik diye bir şirketin avukatıydılar. Bizim "dede" dediğimiz Orhan Bey bir resepsiyonda Dubçek'i görmüştü, anlatıyordu. Ben politikaya erken uyanmış bir çocuk olarak heyecan içinde dinliyordum. Galiba gönderirken tereddüt de etmiş Çekler. Bu Türkler çok hatırşinas insanlardır, geri gel dediğimizde, tehlike sezerlerse bize vermezler diye düşünmüşler. Artık yalan artık doğru, bilemem; bildiğim önce
Prag Baharı'nı, sonra boğuluşunu ve
1989 olaylarını yaşamış, hayrettir hiç görmediğim, artık Çek Cumhuriyeti diye bildiğimiz o ülkeyi bütün hayatım boyunca izlediğimdir.
***
Havel de önemli benim için ama galiba Çekoslovakya daha önde geliyor. Aradan zaman geçip aklım erince, önce
Çekoslav Yeni Dalgası'nın filmlerini izledim.
Milos Forman daha sonraki filmleriyle bu derecede meşhur olmadan önce yapıtları küçük sinematek salonlarında üç beş kişinin izlediği şeylerdi.
Jan Kadar, Jiri Menzel gene öyle. İlk göz ağrısı edebiyatın
Hrabal'ları,
Hasek'leri,
Çapek'lerini okuduktan sonra sıra dünyanın yaşayan en büyük romancısı saydığım
Kundera'ya gelmişti. Şimdi herkes tanıyor ve biliyor ama Kundera bana göre bugün eğer
"Avrupa bilinci" diye bir kavram varsa, söz edilebilirse böyle bir şeyden onun kendisinde tecessüm ettiği insandır. Ne yazık ki, çok uzun bir süredir ara verdi, roman yazmıyor.
1960'larda yeraltında yeşeren bu kültürün şaşırtıcı bir yanı yok. Herkesten önce
Kafka geliyor. Besteci
Smetana var. Viyanalılar reddederken, bir şey anlamazken, Prag
Mozart'ı bağrına basmış, şöhrete kavuşturmuş. (Nitekim 38. Senfonisi
Prag adıyla anılır.)
Dvorak'ın yaylı çalgılar dörtlüsü dünyaya bedeldir. Nereden bakılırsa bakılsın, Çekoslovakya, Avrupa kültürünün en önemli yapı taşlarından biridir. Bizden de Nâzım Hikmet'i büyülemiştir Prag. Hatırlarım,
Attila İlhan, 1970'lerde Bilgi Yayınevi'nin çeşitli tematik başlıklarla yayınladığı Nâzım Hikmet kitaplarını hazırlarken, sürekli onun şiirleriyle uğraşıyordu ve bir öğleden sonra, yahu demişti, bir şiirini okuyorum, çok güzel diyorum, dibine bakıyorum, Prag'da yazmış.
***
Ben daha sonra sosyalizm tartışmalarını kendi içimde yaşarken böyle bir ülkenin
totaliter/ bürokratik bir rejimin sultası altına nasıl girdiğini hiç anlamadım. Bunun olmayacak bir iş olduğu o muhteşem
Prag Baharı'ndan belliydi. Çekoslovakya entellektüelleri, yeraltında, üniversitelerde örgütlenmişler, gene
Attila İlhan'ın tabiriyle
"inek sosyalizmi"ne karşı çıkmışlardı. Bütün o
Çek Yeni Dalgası, onun bir parçası olan Kundera, Havel bu yaratıcı ruhun, bürüokratik, arkaik bir rejime başkaldırışıydı. Tanklarla ezdiler onları. Ne hazindir ki, o tarihlerde büyük umut beslenen
Türkiye İşçi Partisi de bu olayla ikiye bölündü ve inanılır gibi değil ama
Aren-Boran ekibi o ezici işgali savundu. Aren ölmeden önce bile kendisini haklı göstermeye çabalıyordu.
***
Bu büyük, uzun, güzel ve hazin maceranın son halkasıydı Havel. 1989'un o son günlerinde bir yandan kendi sıkıntılarımla uğraşırken bir yandan yüreğim ağzımda
Doğu Bloku olaylarını izliyordum. Nihayet
9 Kasım günü o duvar çöktü, ardından da Doğu Avrupa'nın
taş devri rejimleri.
Havel, Komünizmi yıkan adam olmadı, yazıldığı gibi. O süreçte rol aldı, kendi deyişiyle kaderi onu bir yere sürükledi. İnsan hakları, demokratikleşme konusundaki görüşlerini her zaman övgüyle karşıladım. Ama
Kundera'nın onu
"soldan" eleştirisine de o kadar katıldım. Bana göre hem güçlü hem zayıf yanları olan birisiydi. Daha farklı bir insan o konjonktürde etkili olabilir miydi emin değilim, o da işini, görevini iyi yaptı, saygın bir insan ve ne yazık ki, söylemeliyim, çok güçlü olmayan bir yazar olarak bu dünyadan ayrıldı.
***
Ben hâlâ Miroslava'yı düşünüyordum. Prag Baharı'nın Miroslava'sı...