Hayır, onu demokrasinin bir parçası, Kürt sorununu aşmanın en önemli araçlarından biri olarak görelim.
***Yalnız, o da kendisini öyle görsün, değerlendirsin ve sunsun. Bununla da kalmasın, gereğini yerine getirsin, kafasını berraklaştırsın, düzenli ve tutarlı bir siyaset izlesin. Demokratik bir oluşum içinde, Kürt sorununun çözümü için adres olarak kendisini görsün ve göstersin, öncelikle, İmralı'yı değil... Ya da ortaya çıksın bugünkü dağınık yapıyı kendisini odak alarak toparlasın.
***Özellikle son söylediğimin tarihsel ve sosyolojik bakımdan ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Bir hareketin
tarihsel liderini devre dışı bırakmak bir yana, onu yok saymak bile son derecede zordur ve işleri büsbütün arapsaçına dönüştürür ama gene de içinde bulunduğumuz koşullarda bunu aşmanın bir yöntemi mutlaka bulunabilir.
İmralı'yla,
Öcalan'la BDP arasında bir bağ kurulabilir, olacaktır, hatta belki olmalıdır da o ilinti, ama bu BDP'nin bir demokratik örgüt olarak, odak olarak kendisini siyasal süreçten dışlaması anlamına gelmez.
Oysa zaman zaman tam da öyle bir noktaya geliniyor. Bana göre, BDP, sadece
İmralı'yla
demokratik mekanizmalar arasında değil, gerektiğinde
Kandil'le demokratik odaklar arasında da mekik dokuyabilir. Bunun zorunlu olduğu aşamalar daima söz konusudur ve çok büyük bir olasılıkla devlet de bunu isteyecektir, işler bu düzeye gelmiş, hükümet Öcalan gerçeğini kabul etmiş, hatta ona
ev hapisliğini bile tartışma evresine geçmişken.
Ne var ki, bütün bu farklı vektörlerin düğüm noktası BDP'nin bu işin sahibi olmasıdır. Sokağı ve diğer saydığım sinir uçlarını kendisine bağlı değil, kendisini onlara bağlı bir örgüt olarak kendi gözünde gördükçe ve demokratik plandaki edimini yoğunlaştırmadıkça BDP gerekli netlikte adımlar atmakta gecikecek, mütereddit olacak ve sonuç şiddetin sarmalından kurtulamayacaktır.
***Bunlar BDP'nin eksiği, hatası, yetersizliği diyelim ama beri tarafın kusuru olmadığını kim söyleyebilir? Belki onların da şu belirttiğim BDP nedenlerinden kaynaklandığı öne sürülebilir, BDP'nin kendisini her yönüyle ve hücresiyle demokratik bir çekim noktası olarak göstermemesinden türediği varsayılabilir, iddia edilebilir ama gene de en az
AK Parti, CHP, MHP kadar onun da meşru bir parti olduğunu görmeden, kabul etmeden bugünkü darboğaz geçilemez. BDP'ye tepeden tırnağa bir terör örgütü muamelesi yaparak ancak her şeyi daha fazla karıştırabiliriz. Üstelik, unutmayalım ki, buna benzer bir hatayı Türkiye
1991 seçimleri sonrasında Kürt milletvekillerini parlamentodan alıp hapse atarak yaptı.
Oysa BDP, diyaloğa dayalı bir demokrasinin şimdiki halde
vazgeçilmez koşulu olarak tecelli etmelidir. Ayrıca şöyle bir şey de var: demokrasi
varlıksal bir koşul üstüne oturur. Bu, demokratik alanda mevcut olan hiçbir bünyenin sadece kendisi için mevcut olamayacağı anlamına gelir. Yani bir parti demokratik platformda sadece kendisi, cemaati, yandaşları için ayakta duramaz. O eğer bir özne olarak kabul edilirse onun mevcudiyeti diğer bünyelerin mevcudiyetinden etkilenir, onları da etkiler.
BDP'nin meşruiyeti, hatta mevcudiyeti nesnel koşulların bir sonucudur. Öyleyse o kendisini dışa açmak, onun dışında kalan bünyeler de
onunla temas etmek, etkileşmek, diyalog içinde olmak zorundadır. Karşılıklı etkileşime dayalı bir demokrasinin başka bir mekanizması bulunmamış ve işletilmemiştir bugüne kadar. Demokratik mevcudiyet birbirine sürekli temas eden kendi içinde özerk bünyelerle sağlanabilir ancak.
***Söz varsa demokrasi vardır ve söz iletişim demek değil midir?