Başladığımız noktaya dönüyoruz. Körfez Savaşı ve Irak müdahalesi ne idiyse Libya müdahalesi de odur. Hatta çok daha kötüsüdür. Türkiye'nin tezleri, iddiaları doğrudur, yerindedir. Uluslararası bir güç oluşturmadan, BM'nin onayı ve katılımı sağlanmadan, Sarkozy'nin, "Avrupa benden sorulur" iddiası ve telaşıyla başlattığı bu müdahale sorunludur. Dışişleri Bakanı Davutoğlu açıklamalarında Arap Birliği'nin bu müdahalede niye muhatap alınmadığını sorguluyor. Haklıdır; çünkü Arap Birliği içinde de Kaddafi'nin daha fazla yerinde kalmasını isteyen herhangi bir taraf yok. Buna rağmen böylesine tek yanlı bir çıkış kendi manasını tüketen bir harekettir.
Böyle bir koşulda "Türkiye niye bu işin içinde yok" diye eleştirilirken Başbakan yerinde bir açıklama yaparak "yer almayacağımızı" belirtti. Gene de "bu gereksiz, anlamsız savaşta Türkiye yer almamalıdır" iddiasına karşı çıkanlar görüşlerinde diretiyor. Türkiye, petrolden ve yağmadan başka hiçbir amaç için yapılmayan, bir tür sömürgeci zihniyetle ortaya koyulmuş bu savaşa katılmadığı için eleştiriliyor. Irak savaşının kirinden, karanlık oyunlarından ders almayanlar bu savlarını öne sürerken savaş sonrasının hesabını da ortaya getiriyorlar. Neden? İlla emperyalist bazı amaçların peşinde olmak, mutlaka parsa toplamak, pay almak, yağma mantığına ve eylemine katılmak mı gerekiyor? Tek doğru hesap o mudur?
Türkiye bugüne kadar Ortadoğu'da önemli roller oynadı, önemli işlevler üstlendi, önemli pozisyonlar aldı. Doğru bildiğinizi, hakkaniyete uygun olanı yaptığınızda da, ondan sonrasında da kazançlı çıkarsınız. O andaki yağmadan payınıza bir "kirli lokma" düşmemiş olabilir. Maksat odur, o lokmaya el uzatmamaktır. Onunla övünürsünüz. Buna rağmen "neden" diye sormak başka bir mantığın tutsağı olmaktır. Türkiye BM'de İran konusunda "hayır" oyu verirken de dünyanın başına yıkılacağı söylendi. Hiç öyle olmadı. Tam tersi olaylar gelişti.
Bir bölgede ön almak, etkinlik sahibi olmak başkadır, yağmacılık, sömürgecilik başka. Türkiye, Cumhuriyet kurulduktan sonra, Özal dönemine kadar, yakınındaki bölgeleri yok saydı. İçine kapalı ve tek doğru diye bellediği "eylemsizlik" politikasının dışına çıkmadı. Kendi çıkarları yerine Avrupa'nın çıkarlarını savundu. Cezayir konusunda bile utanç verici bir tutum takındı. Ne kazandı? Neredeyse hiç. Bugün o mantık değiştiriliyor. Çok da iyi ediliyor. Ama bu yağmacılığı gereksinen bir modelle özdeşleşmemeli. Türkiye ondan kaçınıyor. Irak konusundaki karar bu nedenle doğruydu. Libya konusunda da gene bu nedenle doğrudur.
Tekrar soralım: ne işi var Avrupa'nın Libya'da? Kaddafi gibi eli kanlı bir diktatörü yerinden etmenin yolu o ülke halkının tepesine bomba yağdırmaktan geçmez, herhalde. Bu müdahalenin maksadı bellidir: petrol üstünde kontrol sahibi olmak. Türkiye için "endişe" duyanlar Libya'daki yatırımlarımızı öne sürüyor. Doğrudur. Büyük paralar söz konusudur ve eğer Kaddafi devrilir uluslararası güçler oradaki yönetimi tayin ederse Türkiye'nin "muhasebesi dondurulur" ve bazı başka sorunlar çıkar şeklinde bir iddia öne sürülüyor. Bunun da olabileceğini varsayalım. Kimse hakkı olan parayı yitirmek istemez. Türkiye niçin istesin? Ama bir para korkusuyla hareket etmek de kabul edilemez. Haklı olan sonunda kazanır. Sıkıntı çekmek gerekirse o bedel de ödenir.
Türkiye bugün sürdürdüğü politikayla bölgedeki dengeleri iyi kollarsa, krize hâkim olursa Batı'dan özel olarak korkması gerekmez. Batı dediğimiz şey Ortadoğu'da 1914 ve 1945'te oluşturulmuş bir sömürgeci politikayı 2011'de canlandırmak isteyen kuvvettir. Yanlış bir noktada başlayan iş doğru sonuca varmaz. O nedenle bugünkü güdük koalisyonun hangi sona ulaşacağı başlıca bir soruyken Türkiye'nin elini ateşe sokmasında hiçbir mana yoktur.
Haklı olan nasılsa kazanır.