Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu' nu dinlemek her defasında bir zevk. Dünyayı saran ve epey sarsan olaylara bir akademisyen mantığı ve optiğiyle bakan, derinlemesine kültürel ve tarihsel analizler yapan bu kadar donanımlı bir Dışişleri Bakanı sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da önemli bir şansı. Nitekim önceki gün anlattıklarından, bilhassa Amerika'nın, son dönemde, Ortadoğu'da (OD) meydana gelen olayları değerlendirirken Türkiye'den ve Davutoğlu'ndan epey yararlandığını anladık.
Bakanın yaptığı değerlendirmeler içinde biri özellikle önemliydi ve etrafımızı saran "güzel yangın"ı anlamak bakımından ufuk açıcıydı.
Davutoğlu, OD'de kendini gösteren olayları irdelerken, bunun son dönemde meydana gelen teknolojik gelişmelerle ilişkisini bir kere daha vurguladı. Bu bilinen bir şey. Bakanın buna katkısı ise şuydu: söz konusu gelişme, Arap âleminde yaşayan insan tekinin yani herhangi bir bireyin dünyayı algılamasında ve kendisini, işlevini ve varoluşunu tanımlamasında yeni boyutlar getiriyor. Bu insanlar artık Mübarek'lerin, Nasır'ların, Kaddafi'lerin kendileri adına, kendileri yerine, onlar için düşünmesini istemiyordu. Arap insanı artık kendi kaderine kendisi hükmetmeyi öğrenmişti.
Böyle bir değerlendirme modernleşmenin son merhalesidir. Daha gidecek yol vardır ama modernleşme yokuşu artık tırmanılmıştır. Bundan sonrası daha düz bir yolda, gitgide daha hızlı yürüme işidir. Ve gene bu değerlendirme artık diktatörler döneminin, neredeyse doğal bir biçimde, sona erdiğini ifade ediyor.
Böyle bir "okuma", böyle bir algılama ve anlayış, OD'de, siyasal modernleşmenin ötesinde, bugün yaşanan sorunlara dönük ne türden bir katkı yapar veya onları ele alışımızı farklılaştırır mı derseniz, yanıtım olumlu olacaktır. "Vaka çalışması" yani örnek, Libya olsun.
Mısır ve Tunus çözüldü. Gerekçesi, şu yukarıda verdiğimiz irdelemede yer alıyor. Libya'ya gelince işin veçhesi, çehresi değişiyor. Nedeni açık: Kaddafi, toplumun yapısını iyi bildiği ve ortada henüz aşiret/kabile yapısını aşamamış, mesela Mısır'la hiç mi hiç benzeşmeyen bir toplum bulunduğu için direniyor. Libya ne kültürel ne de siyasi olarak Mısır'la veya Tunus'la bir arada düşünülebilir. Mısır, modernleşmesi Osmanlı modernleşmesiyle eşzamanlı olarak başlamış, bütün Nasır-Sedat-Mübarek diktatoryalarına rağmen uluslaşma sürecini tamamlamış, kurumsal devletini ve merkezi ordusunu oluşturmuş bir toplum. Tunus keza. Libya onların tersi, tam tersi.
Kaddafi, aile içindeki ihtilaflara rağmen (benzeri bir ihtilaf Mübarek ailesinde de mevcuttu) bu dokuyu bildiği için iktidarından vazgeçmiyor. O zaman Batı müdahaleye hazırlanıyor. Bu satırları yazdığım sırada Amerikan savaş gemisi Libya'nın kapısına dayanmış durumda.
Davutoğlu bu tür bir müdahaleye karşı çıkıyor. Böyle bir girişim Arap âlemini, hele özgüvenini büsbütün kazandığı bir dönemde, bir kere daha içine kapatacak, Amerika (ve dolayısıyla her taşın altında aranan İsrail) karşıtlığını yeniden alevlendirecek, tabiri caizse Kaddafi'nin ekmeğine yağ sürecek. Oysa "içeriden" çalışılırsa, Kaddafi pozisyonunu bırakmaya ikna edilirse, değişim barışçıl yollardan sağlanırsa ortaya çok daha yapıcı, değişime katkılar ekleyen bir durum çıkacaktır.
Bütün bunlar sağlanır ve Kaddafi de giderse OD'de dokunun bütünüyle değiştiği, yeni bir dönem başladığı söylenebilir mi? Büyük ölçüde, evet. Ve bu değişiklik iki önemli anlamı barındıracaktır bünyesinde. Böylece, 1916 Sykes-Picot anlaşması ve onun dışladığı Amerika'nın 1945 sonrasında bölgede sürdürdüğü politikaların artık sonuna gelinecektir. Bu, Amerika güdümlü, İsrail merkezli bir politikanın aşılması demektir.
Bütün bu tablo bizi nasıl ilgilendirir denirse, çok "muhataralı", çok "çetrefil" bir soru sorulmuş olur. Cevabı başka bir yazıya kalır...