Necmettin Erbakan öldü. Biraz da inanılmayacak bir ölüm onunki. O tür siyasetçilerin hiç ölmeyeceğini sanıyor insan. Amerikalıların tabiriyle Erbakan bir "siyasal yaratık"tı. Bu kimlik diğer insanlarda mevcut olmayan bazı hassaların bir araya gelmesiyle oluşur. Müthiş bir ego, benmerkezcilik, iktidar azmi, akıl almaz bir irade, hırs, direnme gücü. Erbakan'ın büyük bir lider olarak bu özellikleri bünyesinde topladığında kuşku yok. Bunlara herhalde çok yüksek bir zekâyı eklemek gerekir.
Başka türlü olsaydı, 1960'ların ikinci yarısından başlayarak, yarım yüzyıla yakın bir süre ayakta kalamaz, siyasette başa güreşemezdi.
Bir Cumhuriyet hâkiminin oğlu olarak doğup ülkenin en seçkin kurumlarında eğitilirken siyasal formasyonunu tamamlamak bakımından da ilginç bir kimlik sergileyen Erbakan diye düşününce insan onun Türk siyasetinde iki önemli işlevi olduğunu anımsıyor.
Birincisi, İslam'ı, aşağı yukarı dünya ölçeğinde bile ilk kez bu boyutlarda siyasallaştırmış bir siyasetçidir Erbakan.
Ortadoğu'da yavaş yavaş uyanan, Arap milliyetçiliğinin solla karışık bir çeşidi, türü olarak kendisini duyurmaya başlayan İslam'ı, Erbakan, laikliği en keskin bir model etrafında benimsemiş Türkiye'de başlı başına bir siyasal ideolojiye dönüştürüyordu. Üstelik dünya hızla sola kaymış, kitleler o odak etrafında bir araya gelmeye başlamışken. Bu ideolojinin evrensel bir kabul görmesinde, "Türk İslamı" diyebileceğim bir modelin kendisine özgü bir sentez olarak biçimlenmesi, bütünüyle onun bir başarısıdır. Eğer bugün OD ülkelerinden Türkiye'ye dönük yepyeni bir teveccüh söz konusuysa, altında böyle bir faktörün de rol oynadığını unutmamak gerekir.
İkincisi, Erbakan böyle bir ideolojinin sadece teorik ve retorik bir düzeyde kalması halinde hiçbir şey ifade etmeyeceğini henüz Odalar Birliği Başkanı olduğu sırada keşfetmişti. Üstelik, bir hayli "garip" bir koşulda, yani AP'nin iktidarda olduğu bir dönemde. Garabet, AP'nin Anadolu tüccar ve sermayesinden yana bir parti olarak iş başına gelmesinin ardından İstanbul'daki büyük sermayeyle anlaşmasıydı. Erbakan ise Odalar Birliği üstünden gelişecek Anadolu sermayesine sahip çıkıyordu. Nitekim bu çatışma onun OB genel başkanlığının engellenmesi ve ardından da AP dışında tutulmasıyla sonuçlandı.
Aynı arayış, 1970'te AP'nin bölünmesine yol açacak, Erbakan'ı ise başlı başına bir siyasal kimliğe dönüştürecekti.
Erbakan'ın uzun soluklu mücadelesinin düğüm noktası, verim noktası budur. 1973 koalisyonundan başlayarak bütün 70'ler boyunca DPT'nin teşvik dairesini kontrolü altında tutmuş ve Anadolu sermayesinin yetişmesine, güçlenmesine imkân yaratmıştı. Sonuç, uzun yolların sonunda varılan iktidardı. Sadece 1995 iktidarı ve Erbakan'ın çok hayal edilmiş Başbakanlığı değildi söz konusu olan. Bugünkü mevcut iktidarın da bu oluşum içinde biçimlendiğini bilmek gerekir.
Erbakan'ın sorunu da benzeri politikacıların sorunuydu: bir süre sonra kendi ideolojisinin ve siyasetinin şehvetine kapılıp dünyadan kopmak. O da bunu yaşadı. 1990'ların ortasından başlayarak, bilhassa 2000'lerde kendisini ve kadrolarını yenileştirmek çabasına girmedi. Oysa, temel motifleri aynı kalmakla birlikte, ortada artık bambaşka bir kanava vardı ve yeni bir kadro, Soğuk Savaş döneminde, Erbakan tarafından şiddetle savunulan, milliyetçi bir popülizmle iç içe geçmiş söylemin yeni koşullar etrafında dönüştürülmesini istiyordu. Bu laikliği anlayan ve modernleşmeyi ihmal etmeyen, tersine öncemseyen bir zihniyetti.
Oradan AK Parti doğdu.
Bunu algılayamadı. O nedenle de 2000'lerin başında, bayrak, küreselleşmenin sonuçlarını kabule hazır, kendisini dönüştürüp "Milli Görüş gömleğini" çıkaracak, AB'yi benimseyecek yeni bir kuşağın eline geçti. 2002 iktidarı 1973'te başlayan iktidar tanışıklığının 30 yıl sonraki ürünüydü.
Erbakan bir manada iktidarını kesinleştirmişti ama şimdi o iktidara muhalifti.
Hiç şüphe yok ki, büyük bir vizyoner ve mücadeleciydi. Ama eski bir dünyanın insanı olarak bu dünyayı terk etti. Gene de iki büklüm olmuş haliyle parti kongrelerine katılması muhakkak ki, hazin ama unutulmayacak bir görüntüydü.
Siyasal tarihiyle Cumhuriyet ideolojisinin en karmaşık figürü olarak keşke analitik bir biyografisi yazılsa...