Malum 'belge'yle ilgili tartışmalarda çok önemli şeyler söylense de sürekli olarak ihmal edilen nokta, o ve benzeri girişimlerin Türkiye'nin son otuz yılında geçirdiği dönüşümle olan ilişkisidir. O dönüşüm iki önemli aşamasını tamamlamış bugün yeni bir evreye girmiştir. Söz konusu üç dönemin yani üç on yılın ilkinde devlet, ikincisinde toplum tartışıldı. Şimdi rejim tartışılıyor. Kıyamet de onun için kopuyor. Anlatayım.
1980'ler ve 90'lar
1980'ler Türkiye'de açık bir geri gidiş talebiyle başladı. Askeri darbe Türkiye'ye Soğuk Savaş ideolojisinin son halkasını ekledi ve onu boydan boya yeniden biçimlendirmek isterken kendisine 1930'ları eksen alarak devleti kutsayan bir model öngördü. Anayasa o doğrultuda "yapıldı" ama bu yetmedi. Çünkü aynı dönemde Soğuk Savaş bitiyordu, bitti, devletin merkez olduğu yapılar kağşadı. Sonunda Türkiye de ANAP yıllarının alaturka liberalizmi içinde bu yenilikten payını aldı, devleti tartışmaya açtı. Bu doğrultuda epey bir yol kat etti.
1990'lar daha da çarpıcıydı. 1989'la birlikte Soğuk Savaş bitmiş, merkez otoriter devlet modeli yıpranmış, sivil toplum öne çıkmış, siyasal irade etkinlik kazanmıştı. Küreselleşmenin ilk dalgası hukukun üstünlüğünü, demokratik sistemi bir toplumda eksiksiz biçimde egemen kılmak için yönetimleri zorluyordu. Daha da ileri gidildi ve çokkültürlülük, çoğulculuk, özellikle kimlik politikaları, yurttaşlık kavramının yeni biçim ve boyutları toplumu baştanbaşa etkiledi. 1990'lar toplumun tartışıldığı, toplumsal modellerin çeşitli yönleriyle gözden geçirildiği bir dönem niteliği kazandı. Türkiye'de Kürt meselesi, İslam konusu, kadın eşitsizliği öne çıktı. (Dönemin belki de tek fakat en önemli zaafı emeğin ve işçinin yok sayılması, ihmal edilmesidir.)
Bu süreçler çok önemli kazanımlar sağladı bize. Türkiye şimdi onların yarattığı olanakları kullanarak rejimi tartışıyor.
Rejimi tartışmak
Rejimi tartışmak, sorgulamak oldukça netameli bir iştir. Rejim eğer demokrasiyse daha iyiye gitmesinin yollarını aramaktan başka ne yapacaksınız? Yok, rejim cumhuriyetse onun da uygulanmasından doğan eksikleri dışında tartışılacak bir yanı yok. Cumhuriyetin karşıtı ve yerine ikame edilecek rejim önerisi nedir? Öyle uluorta söylendiği gibi cumhuriyetle demokrasi birbirini ne dışlar ne de birbirine ters düşer. Bunu öne sürmek kendi entelektüel tercihim içinde bana göre abestir ama bugünkü cumhuriyet anlayış ve yönetiminin ve onunla kaim görünen unsurların da "mutlak" kabul edilmesi bir o kadar yanlıştır.
İşte bu noktada Türkiye'nin yarıldığını söylemek gerekiyor. Kim ne derse desin Türkiye 1923'te başlattığı büyük dönüşümü 1950'den beri ekonomik temelde, 1990'lardan beri de siyasal-toplumsal temelde ilerletti ve onu yeni sentezlere ulaştırdı. Bugün söz konusu yeni oluşumu benimseyen kesimlerle onu reddeden toplumsal kesimler arasında hem ekonomik içerikli hem siyasal içerikli bir mücadele yaşanıyor. Bu mücadelenin ağırlık noktasını rejim oluşturuyor.
Yalnız şunu unutmayalım ki, rejimi, rejim karşıtı gibi gösterilenler değil ona sahip çıktığı iddiasında bulunanlar hırpalıyor. Çünkü hiç öyle değilmiş gibi yaparak o kesim demokrasiyi cumhuriyet adına ortadan kaldırmaya çalışıyor ve cumhuriyetle demokrasiyi karşı karşıya getiriyor. Bu Türkiye'nin sadece yakın dönemde yaşadığı bir zaaf değildir. Tersine Türkiye'de siyaset-militarizm ikileminin ardında yatan gerçek budur. Fakat dikkat edilirse daha önceki askeri müdahalelerde "demokrasi elden gidiyor" derken bu defa "rejim-cumhuriyet zedeleniyor" denilmektedir. Öte yanda ise rejimi kök olarak kabul eden ama onun sınırlarını genişletmeye çalışan bir anlayış var.
Kısacası, rejimi tartışmak bir haktır ve hatta bir zorunluluktur ama kimin neyi, nasıl tartıştığı ondan daha önemli bir olgudur.
İ'lerin noktasını unutmayalım!