Batı uygarlığının en karanlık ve bilmecemsi bilinci Freud yıllar yılı Parthenon'u ve Roma'yı görmek istedi. Nihayet, yanlışlıkla bindiği bir gemi onu kardeşiyle birlikte Atina'ya götürdü. Heyecandan titriyordu. Yapıyla göz göze geldi. Bütün bir gün onu izledi fakat bir türlü tepeye çıkıp yapının içine giremiyordu. Ancak o akşam, elbiselerini değişip, tertemiz gömlekler giyerek "huzura" çıktı. (Onun Roma macerası da başlı başına bir öyküdür ve her iki ziyaretten de müthiş teoriler üretmiştir.)
Aynı şey büyük mimar Le Corbusier'nin de başına geldi. O da yapının eteklerine vardı fakat bir türlü ona erişme cesaretini içinde duyamadı. Uzaktan izledi, krokilerini çizdi ve gücünü topladığı, yüreğini berkittiği bir an içine girdi ve onu tanımlayacak en müthiş lafı etti: o kadar tam ki, havada yüzüyor gibi.
***
Evet, havada yüzen, içine girilse dışında kalınan, dışında kalınca içinde olunan, tanrısal, ebedi bir yapıdır o ve şimdi kendisine çok yakışan bir müzeyle bütünleşti.
***
Bugün İran'ı, bitmez tükenmez, bizdeki sonu gelmez darbeleri ve darbe girişimlerini, basının gitgide vahim bir hal almasını ve en büyük gazetemizin "sitcom" olarak lanse edilmesini yazabilirdim. Ama yapımını nefes nefese takip ettiğim
Parthenon Müzesi'nin açıldığını duyunca ne yalan söyleyeyim heyecanlandım. Niye mi?
***
Birincisi yeryüzünün en etkileyici tapınaklarından birisidir Parthenon. Tarihini bir yana bırakalım. En önemli ve bilinmeyen yanlarından birisi zamanında, şimdi sanıldığı gibi, bembeyaz mermerlerden oluşmamasıydı. Yunanlar da şimdi bizim yaptığımız gibi yapılarını boyuyordu.
İkincisi üstü kabartmalarla kaplıydı. Sonra
Lord Elgin, Osmanlılardan aldığı izinle onları söktü, bir gemiye koydu İngiltere'ye kaçırmak istedi. Gemi yolda denizin dibini boyladı. Adamcağız bütün dünyayı ayağa kaldırdı, gemi çıkarıldı, frizler bugün Londra'da durdukları
British Museum'a taşındı. Yetmedi. Elgin hademelerin ellerine tel fırçaları verdi ve canım mermerlerin üstündeki kalıntıları temizlemesini istedi. Mermerler bugün şerham şerhamdır. Çünkü 1750'lerde Avrupa'da kendini gösteren
philhellenism yani
hellenperverlik inanışına göre bunlar güneşin altında pırıl pırıl yanan bembeyaz mermerlerdi.
***
Bu Hellenperverlik o tarihlerden itibaren Batı bilincini derinden etkiledi. Alman romantisizmi oradan hareket ederek eğitim sistemini yeniledi, klasik kavramına ulaştı, arkeoloji diye bir bilim yarattı. Şu yukarıda adını geçirdiğim
Freud (
Yahudi kültürünü de ekleyerek) bu bileşimden doğdu. Yapının karşısında turlaması, Roma hayalleriyle yanıp tutuşması aldığı
jimnazyum kültürü nedeniyleydi.
***
Müzenin önemi çok. Müze kavramının kendisi önemli bugün.
Bellekle, tarih yazımıyla (historiography), mekân kavramıyla, egemen ideolojiyle iç içe bir olgu müze. Yani
müzeler sadece müze değildir. Bir kültür üretimi ve bellek politikası inşa alanıdır.
Parthenon'u
Bernard Tschumi tasarladı.
Yapısökümcü (dekontrüksiyonist) mimarinin en önemli adlarından birisi. Son 25 yılın en önemli kuramcıları arasında sayarım kendisini. Neler öğrendim ondan neler. Öteki yapıları da önemlidir kuşkusuz ama ben gene de en fazla Paris'teki
Parc de la Villette'yi severim. Eski mezbahanın şimdiki kırmızı yapıları bambaşkadır. Onların mekâna yerleşimi bir ekleme midir bir çıkarma mı orasını tartışanlar tartışır.
***
Son
Sabancı Müzesi Yönetim Kurulu toplantısında kadim dostum
Rafi Portakal, Ortadoğu'daki yeni müzeleri görmek için bir gezi planı yaptığını söylemişti. Çok güzel. Ona yakışır. Ama ben artık yolculuk planları yapmamama ya da onları çok sınırlamama karşın işe
ebedi, Tanrısal Parthenon'dan başlayacağım, ne yapıp edip onu göreceğim. Her yaz başında diyaloglarını yeniden elimin altına aldığım
Platon'un aşağıdaki agoradan yeni Parthenon'u nasıl gördüğünü gidip yerinde inceleyeceğim. Rafi'ye de öneririm.