Dışarıda kar yağıyor. Evde hapsolmuş oturuyoruz. Televizyonda Aysel Gürel'in resimleri. Hepsi birbirinden ilginç görüntüler. Sıradışı, olağandışı, olağanüstü bir kişinin, bir kişiliğin çarpıcı görüntüleri bunlar.
Ansızın bir yaz günü! Bodrum'da Müjde, Ercan, ben, Aysel bir aradayız. Onu dinliyorum. 'Ben' diyor, 'Televizyona öyle her an çıkmam. Yanlış bir şey o. Ne zaman topluma bir mesaj vermek istersem o zaman çıkarım televizyona.' Her şeyi, müthiş bir zeka, insanı hayrete düşüren bir sezgiyle fark ediyordu Aysel Gürel.
Hastaneye sığmamak
Hastane odasına giriyorum. Küçücük ama içinde yaşadığımız bu dünyaya sığmayacak kadar büyük kadın büsbütün erimiş gövdesiyle yatağında. Uyuyor. Sonra hemşire geliyor. İlaçlarını içirmeye başlıyor. Güya hasta ve arada sırada zihnen bazı şeyleri karıştırıyormuş. Haydi canım! Anlatmaya başlıyor; ama ne anlatmak...
Yahya Kemal'i anlatıyor örneğin. Park Otel'de yedikleri yemekleri. Sonra Tanpınar'ı soruyorum. 194852 arasında Edebiyat Fakültesi'nde öğrencisi Tanpınar'ın. 'Palas pandıras girerdi derse, üç kız, beş erkek olurduk. Merhaba bile demezdi' diyor. Sonra ekliyor, 'onlar' diyor 'merhabasız insanlardı. Merhabasız insanın yaptığından ne çıkar?' Bütün sözcüklerini kafama yazıyorum, çıkınca da defterime. ' Nazım Hikmet'i' diyor, 'hiçbir zaman çok fazla sevmedim. Nedeni açık, yazdıklarını fazla 'köpürtüyor'. Diyecek bir şey yok.
Sonra oyunculuk günleri, 'devlet erbabı'nın yaptıkları. Valilerin, kaymakamların, jandarma müdürlerinin 'asılmaları'. Aydın'da, 'kadın oyuncuların' genelevde, evet genelevde geceletilmesi.
Yanından çıkarken, her şey anlaşılıyor: bitmiş bir bedende bitmeyen bir zeka ve irade. O kadar aklı başında Aysel.
Akıllı çılgınlık
Ne yazık ki, Aysel'in 'aklı başında' olduğu bir ana denk geldim. Oysa onun büyüsü, sihri, efsunu çılgınlığındaydı. Bir toplumun vicdanı olan akıllı çılgınlığındaydı Aysel'in cazibesi. Türkiye gibi kendisini inkar eden insanların ülkesinde Aysel gibilerin öncelikli işlevi oydu: bize bizi göstermeleri. Aziz Nesin'in ya da Nasrettin Hoca'nın büyüklüğü bu yüzdendi. Fakat 'öyle' olmak ancak dehanın ve ancak çok güçlü bir kişiliğin şansıdır. Bizim şansımız da onlara sahip olmak.
Aysel Gürel olmak gerçekten akıl alır bir şey değil. Hem yaptığınız işle, sanatla kitlelere mal olacaksınız hem de onu riske atmak anlamına gelen, çok farklı bir kişiliği sergileyeceksiniz. Soru o işte: niye?
Toplumla ve topluma rağmen
Belki yanıtı yukarıda verdim ama bir şey daha ekleyeyim. Aysel Gürel, o farklı kişilikten gelen aykırılığın toplumun genel geçer değer yargıları ve kabulleriyle zıtlaşmasını istedi. Ama bunu hiçbir zaman toplumun dışında kalan, ona söven, ondan nefret eden birisi olarak yapmadı. Zaten yapamazdı. O toplumun bilinci ve duyguları olan şarkı sözlerini yazdı. İnsanlara çok şey veren birisi olarak onlarla didişti ve bu nedenle onca sıra dışılığına karşın toplumun benimsediği, ondan öte, hiza istikamet aldığı birisi oldu. Güç ve deha budur!
'Baktım' dedi, 'herkes televizyon dizilerini izliyor. Nefes almadan izliyor. Doktor hastayı, hakim zanlıyı, ana çocuğu unutuyor, dizilerin karşısında; ben de oturdum o sözleri yazdım: aboneyim abone...' Mesele bu duyarlılık ve sezgideydi.
İroniye sarılı hüzün
Aysel, Türkiye'de 'pop' dünyasının bir starı olarak yaşadı. Oysa o bana hep muhalif, hep iğneleyen, hep acıtan yanıyla daima bir 'rock' yıldızı gibi geldi. Halkın içinde, onunla beraber ama ona teslim olmayan, onu sarsan, silkeleyen birisi. Ama aynı zamanda müthiş bir duyarlılığın insanı. Belki de hüznün zeka, ironi ve alayla gizlenmesi!...
O kadar tekti ki, şimdi ona uzaktan olsun benzer birisi bile yok etrafta. Ne yazık!
Üstüne yıldızlar filan da yağamaz; çünkü ondan daha parlağını bulmak olanaksız. Olsa olsa bir ışık olarak gelir yıldızların üstüne yağar!