Basının her köşesinde Başbakanın öfkesi söz konusu ediliyor. O da öfkesini maalmemnuniye üstleniyor. O zaman biz bu işin bazı 'dinamikleri' üstünde düşünelim. Fikrimi, Türk siyasetini açıklamak için geliştirip, birkaç anahtardan birisi olarak kullandığım olan kurucu koalisyontaşıyıcı koalisyon kavram çiftiyle dile getireyim.
Kurucu koalisyon
Kurucu koalisyon dediğimiz şey Türkiye'de büyük iktidar kırılmalarını sağlayan sınıfsal koalisyonlardır. Türkiye'de, 1950'de, 1965'te, 1973'te, 1983'te ve 2007'de ortaya çıkan iktidar kaymalarını tek başına sağlayacak bir sınıfsal kitle yoktur. Yani tek başına burjuvazi, tek başına köylülük, tek başına işçi sınıfı o ölçekte bir iktidar değişimini meydana getiremez. Bizde, tarihsel kopuşlar farklı sınıfların bir araya gelmesiyle mümkün olur. 1950'de burjuvazi-köylülük, 1970'lerde işçi sınıfı-köylülük-orta sınıflar, 2000'lerde alt orta sınıflarburjuvazi, şu ya da bu nedenden ötürü bir araya gelmiş ve bir partiyi iktidar yapmıştır.
Taşıyıcı koalisyon
Fakat iktidar olmak için bu yetmez. Benim taşıyıcı koalisyon dediğim faktör devreye girer. Bu koalisyon ise aydınlar-üniversite-basın-gençler-kadınlar gibi sınıf olamayan bazı faktörlerden oluşur . Desteğin yanı sıra bu kesimlerin en önemli işlevi meşrulaştırıcılıktır. Bir iktidarın onu benimseyemeyen, ona uzak duran, oyunu emaneten verecek olan kesimler nezdinde de meşru olabilmesi, onlardan da oy ve destek alabilmesi bu koalisyon unsurlarının desteğine bağlıdır. Ayrıca Türkiye'deki devletsiyaset çatışmasında da bu kesim belirleyici rolü oynamıştır.
Olmazsa olmaz
Kurucu koalisyon sınıfsal olduğu için kolaylıkla ve bir çırpıda değişmez. Değişmiyor da. O kadar ki, DP-AP-ANAP-AKP, tüm değişimlere rağmen, aynı sınıfların siyasal temsilcisi olarak devam eden, birbirine eklenen partiler . Fakat taşıyıcı koalisyon bu derecede kalıcı ve uzun ömürlü değil. Olmaması ise hem doğal hem yararlı. Türkiye gibi kurumsal olarak fren ve denge (checks and balances) mekanizmasına sahip olmayan siyasal yapılarda bu kesimler o işi görür. Demokrasinin demokrasi olabilmesi çok büyük ölçüde bu kesimlerin işlevselliğine bağlıdır.
Bu nedenle, Türkiye'deki iktidar yıpranmaları, iktidar kaymaları hep bu kesimin destek verdiği hükümetten kaymasıyla başlar. 1950'yi, 1970'leri, 1980'leri anımsamak yeterli. Basınla, üniversiteyle, aydınlarla çatışma başladığında iktidar yıpranması başlamış demektir.
AKP'nin koalisyonları
2002'de ama özellikle 2007'de AKP iktidarı hem kurucu hem de taşıyıcı anlamda bir koalisyon olarak ortaya çıktı. Sınıfsal mekaniğin yanı sıra, demokratikleşme, AB'ye tam üyelik, anayasa değişikliği, 301 gibi sayısız konu çerçevesinde aydınlar, üniversite, basın ve diğer farklı toplum katmanları AKP'yi destekledi. O zaman da çok yazdığım gibi bu aslında bir haksızlıktı, AKP'den gücünün ve ideolojisinin üstünde taleplerde bulunmaktı. Açıkça 'muhafazakar' olduğunu söyleyen bir partiden, tabanına ters gelebilecek taleplerde bulunuluyordu.
Şimdi ve yeniden
Bugün geldiğimiz noktada bu çelişki kısmen fakat açıkça görülüyor. AKP, herhalde öyle olmamakla birlikte, birdenbire bütün o liberaldemokratik yaklaşımından vazgeçmiş gibi ' algılanıyor.' Evet, bence bu bir algılama ama AKP de bu algılamaya dönük bir izlenimi, yanlış yönetim nedeniyle veriyor. O vakit, taşıyıcı koalisyonun unsurları muhalefete geçti ve iktidarla basın-üniversite-aydınlar arasında bugünkü gerilim noktasına eriştik.
Bu iki taraf için de bir haksızlıktır. Yakın dönemin krizleri anımsanırsa bu kısır döngüden, bu darboğazdan yeni bir sözleşmeyle
çıkmak iki tarafın da sorumluluğudur. Ama herhalde öncelik, öncülük iktidarındır demek 'demokratik' teamüle daha uygundur.
Yoksa siyasal seçeneksizlik ortamında bu erozyonun getireceği altından kalkılmaz bir çığ olacaktır.