Ergenekon Çetesi operasyonu devam ediyor ve ben şöyle düşünüyorum: acaba bazı insanları "ben devletim" veya "ben bu vatanı diğerlerinden daha fazla seviyorum" deme noktasına getiren, bunu kitleselleştiren, gerektiğinde insanları bu düşüncelerini karanlık örgütlenmelere dönüştürmek için yeraltına iten dürtüler nelerdir?
Bu sorunun bazı yanıtlarını biliyoruz. Daha somut ve nesnel düzeyde kutsal kabul edilmiş bir devletle yaşanan yoğun özdeşleşme var. Daha basit düzeyde ise her zaman yakıcı olmuş iktidar tutkusu geliyor.
Ergenekon Çetesi ise bunların toplamından daha fazla bir şeydir; nedeni de onu hazırlayan belli bir ideolojinin mevcudiyetidir.
O garip ideoloji
Sözünü ettiğim ideoloji sekter bir milliyetçiliktir. Türkiye çok uzun bir süredir bu sorunu yaşıyor. Birçok insanın bilincinde basit ve masum yurt sevgisiyle ve kültürel değerlerle özdeşleşmiş olan milliyetçilik burada söz konusu ettiğimiz ve şimdi devlet operasyonlarına tabi olmuş milliyetçilik anlayışından çok ötededir, onunla ilişkisi olmayan bir şeydir.
Bugün karşımızda duran "hakikat" çok katmanlıdır ve kökü belli çevreler üstündeki iki büyük travmaya dayanmaktadır. Bunların ilki, kendilerini ülkücü-milliyetçi diye adlandıran ve gene kendini çok ileri derecede devletle özdeşleştirmiş olan kesimin 12 Eylül darbesinde yediği darbedir. Onlar da "düşmanı" oldukları " solcularla " birlikte aynı muameleye maruz kalmışlardır. Fakat kafalarındaki devlet düşüncesi onları ilkin devlet tarafından gizli operasyonlarda kullanılmaya itmiştir. İkinci büyük travma ise 1990'larda alevlenen PKK hamlesidir. Gene 1990'larda ortaya çıkan yeni toplumsalsiyasal gelişmelerdir. Oradan başlayarak bu kesim kendini bir kez daha "misyonergörevli" addetmiş ve bu anlayış derece derece yayılarak gelişmiştir. Zamanında NATO'nun kontrolünde olan Özel Harp Dairesi, Gladio örgütleri önce Susurluk çeteleşmesiyle ortaya çıkmış, şimdi de Ergenekon Çetesi'yle özdeşleşmiştir.
Hukuk ve meşruiyet
Bu çeteler gayri meşruluğa dayanan meşruiyetlerini hukuksuzluktan alır. Hukuksuzluk sadece onların örgütlenme biçimiyle ilgili bir durumsonuç değildir. Hukuksuzluk, bir çetenin kendine vehmettiği işlevde ortaya çıkar. Çünkü bir çete egemen kuralların hakim olduğu bir ortamı hiçe sayacak ve onların hakim kıldığı anlayışı değiştirmeye soyunacaktır. Nitekim bugün Ergenekon çetesinin varlığı tam da böyle bir sonuca işaret ediyor. Ergenekon Çetesi Türkiye'de devam eden siyasal-toplumsal gelişmeyi kendi mantığınca yok saymakta ve milliyetçilik-Kuvvacılık adı altında yeni bir anlayışı yerleştirmek istemektedir.
Kördüğüm: çözdükçe dolaşıyor
Kritik olan nokta, son zamanlarda görülen ve tarihsel olarak devletin kabul ettiği kavram ve anlayışın dışında merkezkaç diyebileceğimiz bir momentumla gelişen siyasal ve sosyal oluşumların bu çeteler tarafından yok sayılmasıdır. Çeteler bu gerçeği ortadan kaldırmak için belli bir dönemde karar almış, yeni kalkışmayı sivil toplum örgütleri diye adlandırdıkları örgütler aracılığıyla ve kışkırtmacılığa dayalı bir milis faaliyetiyle, "halkı" örgütleyerek gerçekleştirmeyi kararlaştırmıştır. Bu anlayışın çok farklı düzeylerdeki, tezahürleri ortadadır ve bu durum çok agresif, çok provokatif bir uygulamayla kamuoyunun gündeminde tutulmuştur. Avukatların faaliyetleri, katil zanlılarının tutumları, aynı kişilerin devlet içinde örgütlendiğini gösteren kanıtlar neyin ne olduğunu yeterli bir aydınlıkla ortaya koyuyor.
Bu, Türkiye'nin karşılaştığı en önemli sorundur. 1 Mayıs katliamlarını, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu cinayetlerini, Susurluk'u aydınlatamamış ve o nedenle de kendi önünü tıkamış devlet bakalım bundan sonrasına güç yetirecek mi?