'Türk modernizmi' konusunda iki sergiden birisi İstanbul Modern'de devam ediyor: Modern Deneyimler. Onu bahane ederek modernle bizim görselliğimiz arasındaki ilişkilere geçen hafta (12.1.2008) kaldığım yerden devam edeyim istedim.
Modern bir zihniyettir
Modern Deneyimler sergisi görsel sanatlar, daha doğrusu çok büyük oranda resimde, modern tartışmasını Paşalar kuşağından başlatıyor. Bizim yurtdışına gönderdiğimiz ilk ressamımız Şeker Ahmet Paşa olduğuna ve onu 1864'te Paris'e gönderdiğimize göre bu alanda yaklaşık 150 yıllık bir tarihimiz var. Bu tarih neyin tarihidir denirse, bir cümleyle cevaplandırılabilir: Batı'nın 450 yılda geliştirdiği doğayı taklit (mimesis) ve temsil etme (representation) imkanlarının öğrenilmesi.
Bu, sadece teknik bir mesele değildir. Batı bu taklit ve temsili perspektifle birleştirirken onu bir felsefeden hareket ederek oluşturuyordu . Oysa biz o felsefeyi kavramaktan çok uzak, çok farklı bir zihinsel anlayıştan gelirken bir yandan da o tekniğe uygun çizimler/resimler yapmaya çalışıyorduk. Bunun sonucunda Batı'yı izlememize rağmen aramızda kapanmayan bir uçurum varlığını sürekli olarak muhafaza ediyordu . Ressamlar Batı'ya gidiyor fakat o sırada orada yaşananları algılayamadan geri dönüyordu.
Hep eksikli kuşaklar
Şeker Ahmet Paşa'nın kuşağı gerçekçileri tanıyamadı, İbrahim Çallı'nın kuşağı izlenimcileri algılayamadı, Bedri Rahmi'lerin kuşağı kübistlerden habersiz kaldı. 1970'lerde giden son kuşak ise gittikleriyle döndü ve gene o sırada dünyada nelerin yaşandığını göremedi. O yüzden bizim görsel modernliğimiz hem eksik ve yanlış bir zemine oturdu hem de bir zaman farklılığı (anakronizma) yaşadı.
Özellikle bu tarih şimdi İpek Aksüğür Duben'in Türk Resmi ve Eleştirisi 18801950 (Bilgi Üniversitesi Yayınevi) ve Deniz Artun'un Paris'ten Modernlik Tercümeleri: Academie Julien'de İmparatorluk ve Cumhuriyet Öğrencileri (İletişim Yayınları) başlıklı kitaplarda, ilk kez bu kadar sağlam ve özgün bir biçimde irdeleniyor. Bu geçmişi bilmeden ve özellikle bizim entelektüel tarihimizi tanımadan 1980'lere kadar olan modern geleneğini kavramak olanaksızdır. Çünkü, modern demek aynı zamanda dünyayla, zaman ve mekanla ve maddeyle belli bir ilişki kurmaktır . Bu ise ancak felsefi sorgulamalarla kavranabilir . Eğer buradan hareket edilirse o durumda da görsellik bizim zihin tarihimizin anlaşılması için çok önemli ipuçları sunacaktır.
Büyük kopuş
1980'den sonra özellikle yeni bir kuşağın devreye girmesi ve kaynağın Amerika olmaya başlamasıyla birlikte bu düzen değişir. Bedri Baykam'ın ilk kez 1980'lerde Amerika'da yeni dışavurumcu ressamlarla eşzamanlı olarak 'aynı' resmi yapmasıyla başlayan süreç 1990'larda yeni bir dönemeç alır ve bu defa, ilk kez olarak, görsellikten kavrama gidilmez. Artık kavramdan görselliğe gidilir ve zaten 'resim' yerini başka ve çok daha geniş ifade olanaklarına bırakır.
Elimizdeki sergi bu büyük tarihi içeriyor. Fakat ne yazık ki, çok dağınık, bana kalırsa yerine oturmamış ve soyut, bulanık temalar etrafında, yeterince açıklanıp temellendirilmemiş bir biçimde. Oysa bu kadar geniş kapsamlı bir serginin eldeki malzemeyi çok daha derinlemesine bir kavrayışla ele alması ve çok daha analitik bir biçimde kurgulanması gerekirdi. O zaman gözümüzün önündeki bir perdenin daha kalkmasına olanak bulacaktık. Bu yapılamadığı için modernin büyük gerilimleri, onun biçim dışındaki boyutları saptanamıyor ve tarih kendi üstüne kapanıyor.
Gene de sergi orada, dünyanın en güzel coğrafyasında ve mutlaka görülmeyi gerektiriyor.