Salı günkü yazımda Kemalizm-anayasa ilişkisinden hareket ederek birkaç noktaya değindim. Buna göre a) bir tek Kemalizm yoktur, Kemalizm yaratılmış bir olgudur ve bugün 4. Kemalizmle karşı karşıyayız; b) tek Kemalizm iddiası onu resmi-otoriter hale getiren çevrelere aittir; c) halkın Atatürk'ü ile devletin Atatürk'ü birbirinden farklıdır; d) anayasa kurucu bir kapasite ve idea olarak Atatürkçülüğe atıfta bulunmalıdır. Bu dört saptamanın sınır çizgisini ise bürokratik Atatürkçülükle idea olarak Atatürkçülük meydana getirir.
Anayasanın bu şekilde tanzim edilmesi 1930'lardan bugüne kadar devam eden vesayet sisteminin sona erdirilmesidir. Bu açıdan son derecede önemlidir. Fakat bu işin sadece bir bölümüdür. İkinci sorun Atatürkçülük-Altı Ok-sosyal demokrasi ilişkisidir. Şimdi o konuda bir şeyler söylemek istiyorum.
Bir kitabın macerası
1991'de Yeni Bir Sosyal Demokrasi İçin başlıklı bir kitap yayınladım. O kitapta Kemalizmi zihinsel gerçeklik-ideoloji ilişkisi açısından irdeledim. Bir zihinsellik (episteme) olduğu dönemlerde kaynakları ve kökenleri itibariyle (ussallık bağlamında) Kemalizmin özgürleştirici ama bürokratik bir ideoloji haline geldiğinde kapatıcı-kısıtlayıcı olduğunu belirttim. Bu tanımı tarihsel ilericilik-güncel ilericilik açısından sınadım. En nihayet Altı Ok-sosyal demokrasi ilişkisinin bana göre imkansızlığı üstünde durdum. Yeni bir sosyal demokrasi Kemalizmi devrimci bir hareket olarak kabul ettiğini belirtmeli fakat referanslarını sadece onunla sınırlamamalıydı.
Bir partinin macerası
O tarihlerde sosyal demokrat parti SHP'ydi ve bu partinin içinde büyük bir kaynaşma vardı. Türkiye 1980 sonrasının getirdiği dönüşümden çok geniş ölçüde etkilenmiş, neo-liberal yaklaşımların esinlediği daha liberal bir model arayışına girmişti. Sol-Altı Ok kısıtlamasını da aşmak istiyordu. Söz konusu arayış SHP içinde İnönü-Baykal gerilimi olarak kendini gösterdi. Kitabı bu fona yaslanarak yazmıştım. 1991'de parti DYP ile koalisyon yaptı, ben de Kültür Bakanlığı'na danışman oldum.
Kitap ve iddiaları o tarihten başlayarak büyük bir tartışma uyandırdı. Fakat tartışmalar zihinsel veya kuramsal değildi. 'Atatürk düşmanı' ve '2. Cumhuriyetçi' olmakla suçlandım. Kabul etmem gerekir ki, beni danışman olarak tutan bakanlar (Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, merhum İsmail Cem'e bu meyanda müteşekkirim) büyük bir baskı altında kaldılar. Ahmet Taner Kışlalı hakkımda sayısız yazı yazdı. Beni şikayet etti. Yetmedi daha fazlasını yaptı. Dönemin müsteşarı Emre Kongar daha sonra yayınladığı anılarında benden bakanlıkta en iyi anlaştığı kişi diye söz etti ama 'Atatürkçülük konusunda görüşlerimiz uyuşmazdı' diye hiç yeri ve gereği olmayan bir 'özel' vurgulamada bulundu.
Bütün bunlar Murat Karayalçın'ın genel başkanlığı döneminde de sürdü. Onun kurultaya sunduğu bildirgeyi hazırlayanlardan birisiydim. Aynı nedenlerden ötürü aynı çevrenin eleştiri ve baskısına o da maruz kaldı. (Onun gösterdiği kabulü de saygıyla anıyorum.) Kemalizm-sosyal demokrasi tartışması bütün ilgili çevrelere sıçramıştı. Cumhuriyet gazetesindeki kopuş bile bundan etkilenmişti. Parti bir eşikteydi ki, olanlar oldu.
Kemalizm solu boğuyor
SHP, bazı görünür nedenlerle ama belli ki, çok farklı mülahazalarla o sıralarda yeniden açılmış ve yok olmakla karşı karşıya bulunan CHP'yle birleşti. Karayalçın'ın hiç kabul ve affetmediğim bu hatasıyla SHP de, Atatürkçülük-sosyal demokrasi tartışması da Baykal eliyle gömüldü. Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin hemen ertesinde başlayan yeni dönemde (ki, bu, şimdi iç içe bulunduğumuz 4. Kemalizmin başlangıç tarihidir) CHP şiddetle Atatürkçü bir çizgiye çekildi, sosyal demokrasiyi boğdu, öldürdü. Şimdi kendi sonunu hazırlıyor.
Uzun sözün kısası Türkiye'nin anayasa-devlet düzeyinde olduğu kadar sosyal demokrasi-sol düzeyinde de ciddi, kalıcı, fakat komplekslerden uzak bir Kemalizm tartışmasına ihtiyacı var. Anayasa bunun için büyük bir fırsat ve başlangıçtır.
Nâzım'ın dediği gibi 'su kaynadı, kaynayacak!'