Tayyip Erdoğan'ın Fransa seyahati sırasında sarf ettiği sözler tartışılıyor. Erdoğan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ndeki konuşmasından önce, Strazburg'daki Türk vatandaşlarına hitap ederken isim vermeden Sarkozy'yi eleştirdi; "Bizim tavrımız, birileri gibi ganimet önünde harami tavrı değildir" cümlesiyle, Fransız cumhurbaşkanını hedef aldı.
Erdoğan, Türk vatandaşlarına hitap ederken, Fransa'nın sadece Libya'ya müdahalesindeki aculluğu kınamadı; laiklik konusundaki hatalı uygulamalara da çattı. Fransızların bir bölümü de, Sarkozy'nin, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmak uğruna, git gide Le Penleşmesini eleştiriyor ve laiklik perdesi arkasına sığınarak, Müslüman ülkelerden gelenlere karşı mesafe konulmasını ırkçılık olarak görüyor. Dolayısıyla, konuşması, Fransa içinde de karşılık buldu. Tabii, toplantıya katılan Türklere de, önemli bir devletin vatandaşları olduklarını hissettirdi. Ama, "Sözlerinin muhtevası haklı dahi olsa, ziyaret ettiği bir ülkenin cumhurbaşkanına verip veriştirmek, diplomasi kaidelerine uyar mı?" sorusunu da sormadan edemeyeceğim.
Başbakan, aynı tavrı Avrupalı parlamenterlerle de sürdürdü. Eleştiri yapanlara, ya bilgisiz, ya da kötü niyetli olduklarını ihsas etti. "Yüzde 10 barajı için size soracak değiliz; Türkiye'deki gelişmelere Fransız kalmışsınız; Ön yargılarınız var; Bağımsız yargıyı her yerde savunuyorsunuz ama, Türkiye'de bağımlı yargı istiyorsunuz..." gibi.
Acaba Erdoğan, ikinci "one minute" olayıyla iç politikaya yatırım mı yaptı? Yoksa, her zamanki gibi, sözleri bir duygusal tepkinin mi eseriydi?
Ben şöyle düşüyorum: "One minute" olayı da hesaplı bir çıkış değildi. Ama, sonuçta, hem Türkiye'de, hem Ortadoğu ülkelerinde itibarını arttırdı. Bu defa da, gene hesaplı olmaktan ziyade duygusaldı. Dolayısıyla, seçimlere yönelik bir yatırım olarak değerlendirmiyorum. Bununla beraber, sonuçta, efelenmekten ve kabadayılıktan hoşlanan halkımız nezdinde puan toplamış olabilir.
Bu üslûbun Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi olumsuzluğa götüreceği kanaatinde de değilim. Zaten bugünkü şartlarda, kimse Türkiye'yi AB'ye almak için acele etmiyor. Tayyip Erdoğan'ın üslûbu ne olursa olsun, Türkiye "ev ödevini" yerine getirip, ekonomik refahını arttırdıkça, Batı açısından cazibe merkezi olma özelliği taşıyacak ve günün birinde AB'nin bir parçası haline gelecektir.