Belki, atışma, siyasetin şanındandır ama, bana liderlerin söz düellosu, "kısır çekişme" gibi geliyor. Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğlu'na, -sadece vaat olmaz, nasıl yapacağını göstereceksin anlamında- "Yok öyle 5 kuruşa simit" dedi. Ardından, CHP'nin çiçeği burnunda genel başkanı cevap verdi: "Evet popülizm kötüdür" diye lâfa girdikten sonra, mahalli seçim döneminden bir örnek gösterdi: "Kış günü buzdolabı dağıttınız."
İçimden, "Hava soğuk olunca buzdolabı yerine tel dolap mı kullanmalıyız?" diye geçirdim ama ses etmedim.
Tartışma, Tevrat üzerinden hesaplaşmaya dönüştü. Tayyip Erdoğan, "Öldürmeyeceksin" emrini İsrail'e hatırlatınca, Kılıçdaroğlu bir başka emri, "Çalmayacaksın" diye başbakanın dikkatine sundu. Erdoğan: "Tel Aviv'in avukatı mısın?"
Kılıçdaroğlu: "Halkın avukatıyım ama, sağındaki Tel Aviv'in avukatı olabilir" dedi. Gülen'in görüşünü savunan Bülent Arınç'ı kastediyordu.
"Recep Bey", "Havuzlu villa", "Villanın fayansları İtalya'dan mı?" gibi sorularla da ateşlenen polemik, siyasete seviye kazandırmıyor. Arada sırada, zekâ pırıltıları taşıyan lâf sokuşturmalar güzel olabilir de, günü birlik vuruşlar, itiraf edeyim bana çok sıradan ve bir hayli basit geliyor. Gönül isterdi ki, Erdoğan, CHP'deki lider değişiminden yararlanarak, daha farklı bir diyalog geliştirsin. İki lider, bir araya gelerek memleket meselelerini görüşsün. Ama belki, Türkiye'de iç politika böyle bir mekanizma üzerinden işliyor. Birbirimizi yiyerek, didikleyerek siyasi gıdamızı alıp, besleniyoruz