Daha önce benzerlerini gördük. Kimse suçunu itiraf etmek istemedi.
Meselâ, Yarbay Mustafa Dönmez'in evinde, silâhların yerini gösteren krokiler çıkmıştı; o krokilerden yararlanarak Zir Vadisi'ndeki silâhlara ulaşılmıştı. Mustafa Dönmez, "Bende böyle krokiler yoktu; silâhları ve krokileri polis koydu" demişti. Ama bilahare, Emniyet ve Jandarma kriminal raporlarına göre, krokilerdeki mürekkeple, Dönmez'in ajandasındaki mürekkep aynı çıktı. Zir Vadisi'ndeki kazılar da, askerin katılımıyla ve Cumhuriyet Savcısı'nın eşliğinde yapılmıştı. Dolayısıyla polis, o anda oraya silâh gömemezdi.
Bir başka örnek, Ergenekon sanığı Serdar Öztürk ile ilgili. Bürosu basılınca, ele Dursun Çiçek imzalı "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" geçmişti. Öztürk, önce "Büroda avukatlar yoktu. Bir tertiple karşı karşıyayım" dedi. Ama sonra, arama sırasında, Baro temsilcisi Avukat Bayram Özkan ile Serdar Öztürk'le aynı büroda çalışan Özge Evci, Çağrı Eryılmaz ve Gizem Ulusoy'un hazır bulunduğu anlaşıldı. Bilgisayarın hard diski onların huzurunda çıkarılmış, delil torbası içine konulup, mühürlenmişti.
Emniyet'te de, gene aynı avukatların önünde, hard disk kopyalanmıştı.
Poyrazköy'de gömülü silâhlar ele geçirilince, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Makine Kimya Endüstrisi'nin (MKE) aynı silâhları Emniyet'e de verdiğini hatırlatarak, "Ortaya çıkan mühimmat, el bombası, lav silâhı vs. bize ait olmayabilir. Çünkü, bizim envanterimizde eksik yok" demişti. Lâkin, MKE, daha sonraki bir tarihte, incelemelerin neticesini açıkladı: "Söz konusu silâh ve mühimmat, TSK'ya teslim edilmiştir."
Listeyi uzatmak mümkün, ama ben bir tek şeyi söylemekle iktifa edeceğim.
Genelkurmay Başkanlığı son olarak önemli bir açıklama yaptı: Biliyor musunuz... JİTEM de yokmuş!