CHP Genel Başkanı'nın "Altı okumuzdan biri milliyetçilik, Türkçesi de ulusalcılık. Biz elbette milliyetçi, ulusalcıyız. Ulusalcılık kafatasçılık değildir... Bu ülkede yaşayan kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun herkesi kucaklıyoruz. Ulusalcılık budur." açıklaması şüphesiz bu iki kavram hakkında varolan zihin karışıklığını daha da artıracaktır.
Bu açıklamada savunulduğunun tersine "ulusalcılık," milliyetçiliğin Türkçesi değil, uzun geçmişe sahip, özgün bir milliyetçilik yorumunun evrildiği son şekildir. CHP Genel Başkanı'nın verdiği tanımın karşılığı olan "vatanseverlik (patriotism)"in "milliyetçilik (nationalism)"den farklı bir kavram olması ise bu zihin karışıklığını büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Japonlar neyi yıktılar?
Tarihçilerin açıklamakta güçlük çektikleri bir husus, Batı'da yükselen popüler materyalizm, Darwinizm, frenoloji (kafatası "bilim"i) ve ırk kuramlarından aşırı derecede etkilenen Osmanlı entelektüellerinin neden milliyetçiliği, uzun süre, Avrupa'da olduğu gibi, bu akımlar üzerinden üretmedikleridir.
Bu sorunun cevabı 1904'te, yayın hayatını Terakki ve İttihad Cemiyeti'nin organı olarak sürdürecek olan Şûra-yı Ümmet dergisinde ilginç bir şekilde veriliyordu. Dergi "Avrupalılar . . . bizleri ecnâs-ı âliye-i insaniyenin madûnunda bir kavm addediyorlar. Türkce söyleyelim. Türkleri, insan cinsinin aşağı kısmından sayıyorlar" yakınmasını dile getirdikten sonra "Sarı cinsden olan Japonyalılar"ın, "bu ifti- rayı tabiatı, bu bühtan-ı hilkati," "memleketlerinde terakkîleriyle, Mançurî'de topları, tüfengleriyle yıkmakta" olduklarını vurguluyordu. Diğer bir ifadeyle, Türkler gibi ırk ve kafatası büyüklüğü hiyerarşilerinde aşağı sıralarda yer alan bir "kavm"in Avrupalı, beyaz ırka mensup Ruslar'ı ağır bir yenilgiye uğratması, Türkçülüğün ırk kuramlarıyla bağdaştırılabilmesi önündeki engeli de ortadan kaldırmaktaydı.
Yusuf Akçura'nın aynı dönemde "ırk esasına müstenid Türk milliyetçiliği"ni imparatorluğun uygulaması mümkün üç temel seçenekten birisi olarak sunması tesadüfî değildi. Nitekim Akçura'nın bu tezi ilk kez dile getirdiği Türk dergisi, Japon zaferleri sonrasında ırk temelli, seküler ve İslâmiyet'i "kavm-i necîb-i Türk"ün temel gerileme nedeni olarak sunan bir milliyetçilik anlayışını savunmaya başladı.
Bu görüşler, bilhassa İslâmiyetin, onu kabulden önce daha yüksek kültüre sahip olan Türklerin gerilemesinin temel nedeni olduğu tezi, milliyetçiliği kültürel unsurlar üzerinden kavramsallaştırmaya ve onunla dini bağdaştırmaya çalışan entelektüellerin şiddetli eleştirilerine maruz kaldı. Türk dergisinin idaresi "ırk temelli seküler milliyetçiler" ile "Türk-İslâm sentezi yaratmaya çalışan" kültürel milliyetçiler arasında iki kez el değiştirdi. Tarafların temel tezleri ve birbirlerine yönelttikleri eleştirilerde güncel Türk siyasetinde varolan "ulusalcı" ve "milliyetçi" hareketler arasındaki farklılığı görebilmek mümkündür.
Antropolojik yeni ulus
Seküler, ırk temelli yaklaşım entelektüel çevrelerde ilgiyle karşılanır, Cahun'dan etkilenen Dr. Nâzım, Bulgarların Türk kökenlerini vurgulayan Dr. Bahaeddin Şakir benzeri ileri gelen İttihad ve Terakki organizatörleri tarafından çekici bulunurken, zannedildiğinin tersine, Cemiyet'in resmî ideolojisi haline gelmedi.
Temel sorunu "devleti kurtarmak" olan İttihad ve Terakki bu tür milliyetçilikten etkilenmekle birlikte, İslâm'ı dışlayan ve onunla çatışan bir milliyetçiliğin istenilen amaca ulaşılmasını engelleyeceğini düşünüyordu. Böylesi yaklaşımları "dava-yı kavmiyet" olarak kınayan bir ûlema şubesi bulunan, kahramanı göğsünün üzerinde Kur'an taşıyan Enver Bey (Paşa) olan Cemiyet'in gidebileceği en uç nokta Ziya Gökalp'in İslâm Mecmuası'nda ortaya koyduğu Türkçü İslâmcılık, yâni İslâmın Türk milliyetçiliği hizmetinde yorumlanması olabilirdi.
Dolayısıyla kökleri Türk dergisinde bulunabilecek seküler, din karşıtı milliyetçiliğin yükselişi ve "ulus" inşaında kullanılması Erken Cumhuriyet döneminde gerçekleşti. Fizikî antropoloji ve iki savaş arası dönem siyasetinin aynı zaman dilimindeki yaklaşımlarının "Neolitik çağda dünya medeniyetini kuran, bunu değişik kıtalara yayan, brakisefal kafataslı üstün ırkın torunlarından oluşan ulus" temelli milliyetçiliği fazlasıyla kolaylaştırdığı şüphesizdir.
Devlet destekli araştırmasıyla Türkiye'nin antropometrik haritasını çıkaran Âfet İnan, Japonların Mançurya'da "yıktığı" tezleri kafatası ölçümleriyle kanıtlamaya çalışırken, Şevket Aziz (Kansu), I. Türk Tarih Kongresi'ne getirdiği sarışın köylü ailesiyle Türklerin "Avrupa medeniyetini kuran" Alpin ırkının ataları olduğunu ispatlamaya gayret ediyor, Türk Tarih ve Dil tezleri ise bu milliyetçiliğin kuramsal çerçevesini tesis ediyorlardı.
Bu milliyetçiliğin inşa ettiği "ulus," Neolitik çağdan itibaren, sadece diğer kavimlere medeniyet taşımakla kalmayarak büyük uygarlıklar da kuran, dünyanın ilk dilini konuşan ataların çocuklarından oluşuyordu. Karanlık İslâm ve Osmanlı parantezleri ise "tarihten önce varolan," "altın çağı" İslâmiyet öncesinde inşa edilen bu ulusun uzun geçmişindeki gerileme dönemleriydi. Erken Cumhuriyet öğretiminin H. G. Wells'in "Aryan ırk" için varsaydığı üstünlükleri "brakisefal kafataslı Türklere" atfederek aşılamaya çalıştığı "ulus bilinci" de bu temellere dayanıyordu.
Türk-İslâm sentezi ve ulusalcılık
Erken Cumhuriyet döneminde yeni, sınır tanımayan ufuklara yelken açan bu ideoloji, resmî düzeydeki etkinliğine karşılık topluma nüfûzunun sınırlılığı nedeniyle tedricen zayıfladı. Sonrasında ise kendisini "din karşıtlığı" ve "antiemperyalizm" üzerinden "Kemalist sol" ile eklemleştirdi. 12 Eylül darbesinin ardından devletin tercihini "Türkİslâm sentezi"ne dayalı kültürel milliyetçilik lehine kullanması sonucunda marjinal bir çizgiye kayan bu ideoloji nihayet kendisine "ulusalcılık" adını uygun gördü. Bu gerçekte yeni bir ideoloji değil kökleri yirminci asır başına uzanan bir entelektüel/siyasî hareketin evrildiği son şekildir.
Dolayısıyla ulusalcılık özgün bir milliyetçilik yorumu olmakla beraber genel anlamda "milliyetçilik"in Türkçesi değildir. Bu kavrama en uygun karşılığı bulabilmek için TDK sözlükleri yerine siyaset bilimi literatürüne bakmak gereklidir. Bu ideoloji günümüzde artık Sümer kadavralarından, Türklerin kan gruplarından, Hitit dili gramerinden, antropometrik haritalardan üretilmemektedir. Buna karşılık geçmişinden kalan tortunun üzerinde yarattığı etkiyi gözardı edebilmek mümkün değildir. Bu ideolojinin bir entelektüel "bagaj"ı vardır; bunun gerçek bir "sosyal demokrat" parti tarafından taşınabilmesi ise mümkün değildir.