Siyaset lügatimize son yıllarda kazandırılan "âkil adamlar" kavramı, genellikle tecrübe ve bilgileri ışığında, topluma doğru yolu gösterecek bireyler topluluğuna atıfta bulunmaktadır. Bu tanım, Walter Isaacson ve Evan Thomas'ın Sovyet nüfûz alanının genişlemesini önleme amacıyla yeni bir dış politika yaklaşımı geliştiren Amerikan bürokratları için kullandıkları "âkil adamlar" kavramsallaştırmasından farklı olarak "siyaset yapıcıları"na değil, "doğru yolu gösterecek saygın kişiliklere" işaret etmektedir. Toplumda konu üzerine yaratılan yaygın kanaat ise "âkil adamlar"ın Kürt sorunu benzeri çözülmesi zor, belirli noktalarda tıkanmış meselelerin hallinde ciddî roller oynayabilecekleridir.
Siyaset, nasihat ve sivil toplum
Saygın toplum üyeleri ve bürokratların siyaset tarafından "doğru yolu gösterme" amacıyla kullanılması Osmanlı son dönem tarihinde sıklıkla gerçekleştirilmiştir. Bu kullanımın Mütareke Dönemi'nde artışı (örneğin Şehzâde Abdürrahim ve Cemaleddin Efendilerin riyâsetlerinde oluşturulan Anadolu ve Rumeli hey'et-i nasîhaları ile Ankara hükûmeti tarafından Düzce'ye gönderilen Hüsrev Bey hey'eti nasîhası) bu tür girişimlerin o dönemle ilişkilendirilmesine yol açmıştır. Buna karşılık böylesi nasihat hey'etleri, başta Arnavutluk olmak üzere, tüm imparatorluk coğrafyasında yaygın biçimde kullanılmışlardır. Dolayısıyla toplumumuzda "siyaset"in "nasihat" vermesinin ve bu amaçla saygın "âkil adamlar"dan yararlanmasının tarihî kökleri vardır.
Ancak bu geleneğin fazlasıyla seçkinci ve devletle birey arasında yer alan ara tabaka ve kurumların gelişmediği bir yapının ürünü olduğu unutulmamalıdır. Son tahlilde "nasihat" verilmesi, siyaset yapıcısıyla kitle ya da beğenilmeyen faaliyetlerde bulunanlar arasında hegemonik bir ilişkiye işaret ettiği gibi, "âkil adam" kavramsallaştırması da "doğru yolu kendiliğinden bulamayacak topluluklar" varsayımına dayanır. Buna karşılık sivil toplum örgütlenmesinin belirli bir seviyeye ulaştığı toplumlarda "âkil adam"ların nasihatlerine fazla ihtiyaç duyulmaz. Geçmişin "hey'et-i nasîhaları" ve günümüzün "âkil adamları"nın işlevleri modern toplumlarda sivil toplum tarafından, "siyaset"ten talimat almadan yerine getirilir. Durum böyleyken demokratik yapılanmalar olan sivil toplum örgütlerinden âkil adamlar tespit ederek kendilerinin yapması gereken işi "doğru yolu bilenlere" devretmelerini beklemek ciddî bir çelişkidir.
Bunların da ötesinde bu tür uygulamalar belirli bir "siyaset"in varolmasını gerektirir. Nitekim Osmanlı hey'et-i nasîhalarına ait vesikalar, bu yapılanmaların siyasetin temel aracı değil destekleyicisi olduğunu gösterir. Diğer bir ifadeyle nasihat veren "âkil adam"lar, uygulanan siyasetlerin başarılı olmasına katkıda bulunmuşlar, buna karşılık hiçbir zaman temel araç işlevi görmemişlerdir.
Siyaset ve sorun çözme
Buna ilâveten "hey'et-i nasîha" ve "âkil adam" araçları siyaset yapıcıları ile farklı topluluklar arasında kronikleşmemiş ve belirli lider ya da örgütlenmelerin bu toplulukların sözcüsü haline gelmediği sorunların çözülmesinde katkı sağlayabilirler. Osmanlı tarihinden örneklere bakacak olursak bu tür araçlar, hiçbir fayda sağlayamayacaklarından, Daşnaktsutyun ile 1908-1914 ve İmam Yahya, Muhammed Ali el-İdrisî, Abdülaziz el-Sa'ud benzeri Arap liderlerle 1909-1914 yılları arasında sürdürülen siyasî görüşmelerde kullanılmamışlardır.
Pek çok yönden eleştirilmesi mümkün İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin bu alanda "nasihat"ın değil "siyaset"in gerekli olduğunun bilincine vararak detaylı uzlaşma paketleri hazırlamış olduğunun altı çizilmelidir. Bunların siyaset tarafından görevlendirilen yetkililer aracılığıyla müzâkeresi neticesinde Yemen'in cibâl bölgesinde İmam Yahya ve Necd ile el-Hasa'da Abdülaziz el-Sa'ud ile detaylı anlaşmalara ulaşılarak çatışmalar durdurulmuş ve her iki tarafı da tatmin eden idarî çözümler üretilmiştir. Neticede sorunları çözen, kimsenin aklına gelmeyecek formüller üreten "âkil adam"lar ya da pazarlıkları yürüten Ahmed İzzet ve Süleyman Şefik Paşalar değil, "uzlaşma"yı hedefleyen ve gerektiğinde uzlaşma metinlerindeki bâzı kelimeler üzerine saatlerce süren kabine toplantıları yapan "siyaset" olmuştur.
Buna karşılık uzlaşma çıtasını fazlasıyla yüksekte tutan ve koşullarını uluslararası konjoktüre göre değiştiren Daşnaktsutyun ile Asir'de İtalyan destekli de facto idaresini de jure muhtariyetten ehven gören Muhammed Ali elİdrisî uzlaşma paketlerini reddetmişlerdir. Bunun nedeni ise "âkil adamlar"ın görüşünün alınmaması ya da Ermeni liderlerle pazarlıkları yürüten İttihad ve Terakki murahhasları ile Muhammed Ali el-İdrisî'yle uzlaşma paketini müzâkere eden Binbaşı İsmet Bey'in (İnönü) başarısızlıkları değil "siyaset" ile karşı tarafların yaklaşımları arasındaki uçurum olmuştur. Burada da sorunu, uzlaşmayı arzulamasına karşın, siyaset çözememiştir.
Kürt sorunu ve âkil adamlar
Tarihî süreçteki örnek olaylar Kürt sorunu cesâmet ve çetrefilliğindeki bir konuda "hey'et-i nasîha i'zâmı" ya da "âkil adamlarca formül üretimi" benzeri araçlar kullanımının hiçbir netice vermeyeceğini ortaya koymaktadır. Siyasetin PKK benzeri bir yapılanmaya nasihat hey'eti göndererek ya da kamuda saygınlığı olan kişilere formüller ürettirerek bu çaptaki bir meseleyi çözebileceğini düşünmek, bir "âkil tarihçiler komisyonu"nun 1915'te ne olduğunu karara bağlayarak Ermenistan ve Ermeni diyasporası ile mevcut anlaşmazlıkları halledebileceğini ummak anlamsızlığındadır.
Burada gerekli olan siyasetin "çözüm"ü hedeflemesi ve bunu sağlayabilecek "siyasetler" üretmesidir. Buna karşılık bu gerekli koşulların yerine getirilmesinin yeterli olamayacağı da ortadadır. Çözümün olmazsa olmaz bir üçüncü şartı karşı tarafın da "uzlaşmayı" amaçlaması ve bunun içinde yaratılacağı bağlamı oluşturacak bir "ortak tasavvur" geliştirmesidir.
Sorunun günümüzde düğümlendiği nokta artık "çözüm arzusu" değil, siyaset üretimi ve ortak tasavvur geliştirilmesidir. Çözümü fazlasıyla istese de "farklılığı, ayrılıkçılık ve ihanet" olarak kavramsallaştıran, sürekli "tek"lik vurgusu yapan bir kültürden fazlasıyla etkilenen siyaset ile "100 yıllık bir rüya"nın peşinde koşarak, uluslararası konjonktürün "ortak tasavvur"u gereksiz kılacak daha ileri hedeflere ulaşmayı sağlayabileceğini düşünen bir milliyetçiliğin uzlaşması, masayı devirmemesi neredeyse imkânsızdır.
Bu nedenle gerekli olan "âkil adamlar"ın sihirli formüller üretmesi değil, sivil toplumun "farklılığa saygı" ve "ortak tasavvur"un yaratılmasına demokratik yollarla katkıda bulunmasıdır.