Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Dersim'de ne oldu? Kolektif hafıza resmî tarihe karşı

"Dersim'de ne oldu?" tartışması basit bir parti içi sorun olmanın ötesinde önemi haiz bir gelişme olup, demokratikleştikçe daha yoğun yaşayacağımız kolektif hafıza-resmî tarih çatışmasının ilginç bir örneğidir

1936 başında yürürlüğe konan "Tunceli Vilâyetinin İdaresi Hakkında Kanun" sonrasında gelişen olayların nasıl tanımlanacağı üzerine başlatılan tartışma, kolektif hafıza ile resmî tarih çatışması alanında verilebilecek ilginç misâllerden birisini oluşturmaktadır. Bu çatışmanın sığ "parti içi tartışma" boyutuna indirgenmesi, haiz olduğu ehemmiyetin anlaşılmasını önleyebilir.

Cumhuriyet tarih projesi

Bu çatışma resmî tarih projesinin ummadığı bir sorunla karşılaştığını da ortaya koymaktadır. Erken Cumhuriyet'in tarih projesinin iki temel amacı vardı. Bunlardan birincisi Türkler için, İslâmiyeti kabul etmelerinden önce yaşadıkları varsayılan bir "parlak geçmiş" inşa edilmesiydi. Türkleri, Neolitik çağda gerçekleştirilen global bir "medenîleştirme misyonu"nun kahramanları olarak sunan ve atalarının Müslümanlığı kabul etmeden önce "dünyayı eğiten bir ırk" olduğunu içselleştirmelerini hedefleyen tarih projesi, Osmanlı tarihini, bu "üstün ırkın" "çöküş dönemi" olarak kavramsallaştırıyordu.
Projenin bu bölümü kısa ömürlü oldu. Atatürk'ün vefatı sonrasında Tanzimat'ın 100. yıldönümü nedeniyle kaleme aldırılan derleme ve 1932 ve 1937'de toplanan ilk iki Tarih Kongresi'nin aksine 1943'teki toplantıda sunumların önemli bölümünün Osmanlı tarihine hasredilmesi değişimin ne denli hızlı gerçekleştiğini ortaya koyar.
Tüm dünya tarihini yorumlama iddiasıyla ortaya çıkan, fazlasıyla hayalî tarih projesinin temel sorunu bilimsel gerçeklerle bağdaşmamasından ziyade ortalama bireyin bu tarihle duygusal bir bağ kuramaması idi. M.Ö. 9000 yılında dünyaya medeniyet taşıyan atalar, Ubaid döneminde sulu tarımı başlatan Sümer, Hint- Avrupa dili konuşan Hitit büyükbabalarla bu tür bir ilişki kurulması zannedildiğinden çok daha zordu. Hitit Güneşi estetik olarak güzel olabilirdi; ama onunla, duygusal düzeyde, Süleymaniye ile kurulana benzer bir ilişki te'sisi mümkün olamıyordu. Süreç içinde bu tarih unutulurken Osmanlı tarihi yeniden "parlak geçmiş" olarak kavramsallaştırıldı. Proje ilk hedefine ulaşma alanında -marjinal bir etki göz ardı edilirse- başarısız olmuştu.

İnkılâb'ın eylemleri nasıl hatırlanmalı?
Projenin ikinci hedefi 1919 sonrasının, "Fransız İhtilâli"ne benzer biçimde kavramsallaştırılmasıydı. Bu alanda kurucu liderler, "cumhuriyet vatandaşları" olarak "siyasî" kimlik ve aidiyet geliştirecek bireylerin böylesi bir kavramsallaştırmayı kolaylıkla içselleştireceklerini varsayıyorlardı. Bu yaklaşıma göre nasıl Jaures Fransız İhtilâli'nin Sosyalist Tarihi'nde "Terör"ün "kaçınılmazlığını," "İhtilâlin birliğinin sağlanması" için gerekli olduğunu savunurken, olaya en sağdan bakan, temelde ihtilâli eleştiren Maurras bile "Terör'ün yabancı istilâsına karşı kullanılan vatansever bir araç" olduğunu vurgulamışsa, Cumhuriyet İnkılâbı'ndan bir asır sonra farklı siyasî fikirlere sahip "cumhuriyet çocukları" da 1919 sonrası uygulamalarına değişik sâiklerle sahip çıkacaklardı. Bu arada yaşananlar ise bir nesil sonrasından itibaren "devlet"in belgeleri çerçevesinde tarihselleştirilecekti.
Cumhuriyet kurucularının yanıldıkları iki husus vardı. Bunlardan birincisi kimliği ve aidiyeti sadece "siyasî" düzeyde tanımlayan Fransız vatandaşlığının 1922 sonrasında, etnik ve dinî kimlik ve aidiyetlerin kökleşmiş olduğu bir toplumda yeniden yaratılmasının neredeyse imkânsız olmasıydı. Buna karşın Cumhuriyet kurucuları birkaç nesil sonra Dersim olaylarına "analar ağladı; ama ülkenin birliği açısından gerekliydi, icraatlara sahip çıkıyoruz" şeklinde yaklaşılacağını, toplumun bunları "devlet"in belgelerinde dile getirildiği gibi bir "çıban temizlenmesi" ameliyesi olarak tarihselleştireceğini varsayıyorlardı.
Toplumun "cumhuriyet vatandaşı" kimliğini içselleştiren ve "aidiyet"i yalnızca siyasî düzeyde tanımlayan bireylerden oluşan bölümünün gelişmeleri böyle kavramsallaştırdığı doğrudur. Ama cumhuriyet kurucularının ileride ancak folklorik düzeyde yaşayabileceklerini düşündükleri dinî ve alt kimlikler (bu özgün olayda Alevî ve Kürt kimlikleri) bu tür bir kavramsallaştırmanın tüm toplumca yapılmasını engellemiştir.

Kolektif hafıza ve resmî tarih

Kurucu liderlerin ikinci yanılgısı, olayların bir nesil sonra sadece "devletin hafızası," yâni onun bıraktığı belgeler, çerçevesinde tarihselleştirileceğini varsaymalarıydı. Bu pozitivist yaklaşım, bireysel hafıza dışında bir "kolektif hafıza" olabileceğini ve bunun aktarılabileceğini kabul etmiyordu. Halbuki, Maurice Halbwachs'ın başta La Memoire collective (1950) olmak üzere, hafızanın sadece biyolojik değil kültürel düzeyde de varlığını sürdürdüğünü gösteren çalışmaları, bu kanaatin doğru olmadığını ortaya koymuştur. Halbwachs'ın savunduğu gibi bireyler, "hatırlama" faaliyetini kültürel bir araç olan dil aracılığıyla ve değişik toplum üyeleriyle diyalog kurarak gerçekleştirmektedir.
Dolayısıyla bireylerin olayları nasıl "hatırladıkları" topluluklarca şekillendirilmekte, toplumsal grupların üyeleri yaşanılan gelişmeleri grubun kolektif hafızasıyla "kaynaştırarak" hatırlamaktadırlar. Nitekim günümüzde Dersim olayları, Cumhuriyet kurucularının varsaydıklarının tersine, genellikle devlet hafızasına dayanılarak değil, "kolektif hafıza" çerçevesinde hatırlanmaktadır.
Sözlü tarih çalışmalarının gösterdiği gibi değişik grupların "kolektif hafıza"ları birbirleriyle ve o konuda geliştirilen "resmî söylem" ile taban tabana zıt olabilmektedir. Alessandro Portelli The Order Has Been Carried Out: History, Memory, and Meaning of a Nazi Massacre in Rome (2003) çalışmasında "Via Rasella Katliamı" olarak anılan olayın "hatırlanışının" buna verilebilecek güzel bir örnek olduğunu göstermiştir.
1944'te bir Alman inzibat birliği Roma'daki Rasella Caddesi'nden geçerken patlayan bir bomba otuzdan fazla askerin ölümüne neden olmuş, bunun üzerine çevreye rastgele ateş açan Almanlar çok sayıda kişiyi öldürdükleri gibi, tutukladıkları yüzlerce sivili de daha sonra intikam amacıyla kurşuna dizmişlerdi. Portelli'nin çalışması olayda yakınlarını kaybedenlerin büyük çoğunluğunun olayın sorumlusu olarak bombayı yerleştiren partizanları gördüğünü ve onu resmî söylemdeki gibi "işgale direnenlerin kahramanca eylemi" olarak değil "çok sayıda sivilin gereksiz yere ölmesine yol açan anlamsız terörizm" olarak kavramsallaştırdıklarını ortaya koymuştur.
Kendi örneğimize dönecek olursak Dersim'de ne olduğu konusunda oluşturulan "kolektif grup hafızaları" olayları resmî tarihin "medenîleştirme" ve "çıban tedavisi" kavramsallaştırmalarından oldukça farklı biçimde hatırlamaktadır. Dolayısıyla karşı karşıya bulunduğumuz gelişme basit bir parti içi çatışmasının oldukça ötesindedir. Demokratik toplumlarda geçmiş, farklı "kolektif hafıza"ların uzlaşmasıyla tarihselleştirilmektedir. Toplumumuzun henüz o noktaya ulaşmadığı doğrudur. Ancak "Dersim'de ne oldu?" tartışmasının da gösterdiği gibi bunu sağlayabilecek bir sürecin başladığını görmek zor değildir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA