Son iki asırdan beri Türkiye'nin durumunu ibret alarak inceleyemezsek, bugün siyasette olup bitenleri geniş bir perspektiften değerlendirmemiz mümkün değildir. Türkiye'nin atlattığı çeşitli bâdireleri tahlil etmeden 2013 sonunda gelinen noktayı anlayamayız.
19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı İmparatorluğu parçalanmak ve Batı'nın tâbiriyle 'hasta adam'ın toprakları paylaşılmak istenmiştir. Buna karşı tedbir olarak alınan ne 'Sened-i İttifak', ne 'Vaka-i Hayriye', ne 'Tanzimat' ne de 'Islahat' fermanları parçalanmayı durdurmada tesirli olabilmiştir. İyi niyetli olsalar da Abdülhamid Hân'a kadar uzanan 19. asır hükümdarları bu gidişi durduramamışlardır. Abdülhamid Han, İmparatorluğun dağılmasını otuz yıl geciktirmiş ve Türkiye'nin derlenip toparlanmasını sağlamıştır. Lâkin, onu deviren İttihatçı Çetesi, çok kısa zamanda koskoca Cihan Devleti'nin yıkılmasını hızlandırmıştır.
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) liderliğindeki Millî Mücadele'den sonra, elde kalan vatan topraklarında bağımsız bir Cumhuriyet kurulmuş; ancak gerçekleştirilen şeklî modernleşmeye rağmen, uzun müddet demokrasiye geçilememiştir. 14 Mayıs 1950 Seçimleri'nde kurulan demokrasimiz ne yazık ki ancak on yıl devam edebilmiş ve CHP'nin tertip ettiği 27 Mayıs 1960 Darbesi ile Türkiye'de militarist vesayet rejimi başlamıştır.
Bundan sonra, sık sık ara rejimlerle askerî dikta dönemleri yaşayan Türkiye'de, özellikle merhum Özal döneminde ekonomik başarılarla dolu yıllar kaydedilmiş ve Türkiye 21. asra hazırlanmıştır. Lâkin, Özal'dan sonra ANAP dönemi kapanmış ve Türkiye koalisyonlar döneminde istikrarsızlık içinde kıvranarak gerilemiştir.
***
3 Kasım 2002 Genel Seçimleri'nden sonra tek başına iktidara gelen
AK Parti ve lideri
Erdoğan,
Türkiye'nin son iki asırlık tarihindeki en istikrarlı büyüme ve gelişme dönemine imzasını atmıştır. Bu dönemde yapılan icraatı uzun uzadıya tekrarlayacak değiliz. Lâkin tek cümleyle bu on bir yıllık istikrarlı dönemin
Türkiye'nin çehresini değiştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Erdoğan döneminde güçlenip büyüyerek küresel bir oyuncu hâline gelen
Türkiye'nin, dünyanın birçok çevresinde nasıl endişeyle takip edildiği, özellikle
'Gezi Olayları' dolayısıyla açıkça ortaya çıkmıştır.
Çalışan ve üreten her siyasî iktidarda olduğu gibi
AK Parti döneminde de yolsuzluk iddiaları görülmüştür. Normal olarak bu ve benzeri her türlü yolsuzluk iddialarının üzerine gidilmesi tabiîdir. Ancak,
Türkiye'nin yeniden güçlenerek dünya politikasında iki asır öncesinde olduğu gibi tesirli bir rol alması, dünyaya istikamet verdikleri iddiasında olan çevreleri rahatsız etmiştir. Hele
Türkiye'nin
'2023 Hedefleri' ve
İsrail güdümünden kurtulan dış politikası, bunu sağlayan
Erdoğan'ı ve
AK Parti İktidarı'nı hedef hâline getirmiştir.
***
Türkiye'nin son iki asır boyunca yakaladığı bu şansı kullanamaması ve yakaladığı istikrarlı büyümeyi kesintiye uğratması, telâfisi imkânsız bir hata olacaktır.
Zamanı gelince
AK Parti İktidarı da sona erecek ve
Türkiye'yi yönetecek başka siyasî ekipler iktidar olacaklardır. Lâkin, tam yolun ortasında
Türkiye hedefine doğru hızla koşarken, bir takım dış kaynaklı tertiplerle siyasî iktidarın yıpratılması milletimize ve insanımıza büyük zararlar verecektir. Nitekim, son bir haftada Türk ekonomisine verilen milyarlarca liralık zararlar, bu fakir milletin cebinden çıkmaktadır.
Muhalefet, elbette muhalefetliğini yapacaktır. Lâkin gönül isterdi ki, hiç değilse
Halk Bankası üzerinde oynanan açık dış tezgâhlara karşı
Türkiye'nin ve
Türk Milleti'nin menfaatleri korunabilseydi...
Türkiye, öyle kritik bir dönemden geçiyor ki dış odaklar tarafından tertiplenen oyunlara tahammülü olamaz. Şuursuzca
AK Parti İktidarı'nı ve
Başbakan Erdoğan'ı yıpratmaya ve düşürmeye çalışanlar, aslında
Türkiye'ye zarar verdiklerini ve bindikleri dalı kestiklerini artık görebilmelidirler.