Geçen hafta Özel Okullar Derneği'nin "Ortaöğretim sisteminde arayışlar" konulu sempozyumuna katıldım. Son derece nezih bir ortamda gerçekleşen sempozyuma yaklaşık 550 okul yöneticisi katıldı. Ben de "Medya ve eğitim" konusunda bir konuşma yaptım. Bu eğitim güzelliğini sizinle paylaşmak istiyorum. Sempozyum boyunca hemen hemen tüm konuşmacılar, ortaöğretimdeki okul türlerinin çeşitliliğinden kaynaklanan yapı ile artan fen ve anadolu lisesi sayısının sürdürülemez olduğunu, bu durumun da fırsat eşitsizliği oluşturduğunu belirtti. Ayrıca, anadolu liselerinin kuruluş amaçlarında yer bulan, öğrencilerin "ilgi, yetenek ve başarılarına göre yükseköğretim programlarına hazırlanmalarını ve yabancı dili, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izleyebilecek düzeyde öğrenmelerini sağlamak" hedefinin aslında tüm ortaöğretim kurumlarının amacı olması gerektiği gerçeği gözler önüne serildi.
Yetersizliği tecrübe edilen OKS uygulamasının yerine getirilen ve kamuoyunda "SBS Modeli" olarak bilinen yeni ortaöğretime geçiş sistemine dair kuşkular dile getirildi. Ortaya konan, "ilköğretimdeki eğitimöğretimin değerinin yükseltilmesi, okulların öneminin ve ilköğretim kalitesinin artırılması" hedefine ulaşma konusunda yeni modelin yeterliliği sorgulandı.
Bununla birlikte, ortaöğretime geçişte belirginleşen arz ve talep dengesizliğinden dolayı bir ölçme sürecinin gerekli olduğu ve sınavı tamamen dışlayan alternatiflerin uygulanabilir ve geçerli olmadığı vurgulandı. Ne var ki; yalnızca sınava endeksli ölçme modellerinin, öğrencilerin beşeri ve sosyal becerilerini ölçmekte yetersiz kaldığı ve başka ölçme araçlarıyla desteklenmesi gerektiği konusunda görüşler dile getirildi. Bana göre, bu noktada, öğrenci havuzu göreceli olarak daha küçük olan özel okulların kendi öğrencilerini seçme konusundaki alternatif uygulamalarına fırsat tanınmalı.
Ortaöğretimi bitiren öğrenci sayısı ile, yükseköğretim kurumlarının kapasiteleri arasındaki makas giderek açılıyor. Bundan dolayı üniversiteye giriş rekabeti öğrenciler üzerindeki baskısını artırıyor. Bu ise, ortaöğretimin değerinin azalacağı kaygılarına sebebiyet veriyor. Üniversitelerin önündeki yığılmayı azaltmak için sempozyum katılımcıları şu önerileri sundular:
a) Yükseköğretim kurumlarının kapasitelerinin artırılması.
b) Mesleki ortaöğretim kurumlarının alt akademik başarı grubundaki öğrencilere yönelik olduğuna ve düşük kalitedeki işlere hitap ettiğine dair inancın ortadan kaldırılacağı politikalar üretilmesi.
c) Mesleki ortaöğretimle mesleki yükseköğretim arasında kurumsallaşmış köprüler oluşturulması.
d) Açıköğretime sınavsız öğrenci alınması.
Akademik durumu daha üst düzeyde olan öğrencileri bir araya getirerek, daha avantajlı öğrenme ortamları sunan fen ve anadolu liselerinin, bir okulun ortalama ÖSS başarısının kişisel puanlara yansıtıldığı Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) ile daha da avantajlı hale getirildiği ve lise türleri arasındaki ayrışmanın belirginleşmesine sebep olduğu dile getirildi. Ancak bu düşünceye katılmıyorum. Bence ÖSYM'nin yaptığı uygulama doğru. Böyle ciddi bir sempozyumda, beni eğitimcilerle bir araya getiren Özel Okullar Derneği Başkanı değerli dostum Rüstem Eyüboğlu'na teşekkür ediyor ve kutluyorum.