Seçimlerden önce, en fazla haberi yapılan konu, Türkiye'nin AB ile olan tüm finansal ilişkilerinin sona erdirileceği, uyum fonlarının askıya alınacağıydı. Bu spekülasyon, sıklıkla medyada yer buldu. Eski AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın itibarını zedeleme kampanyası çerçevesinde, Ulusal Ajans'ın, Bakanlık baskısıyla uzman işe alma ve görevlendirme konusunda büyük yolsuzluklar yaptığı, gazetelerde yer aldı. Bu haberin Ulusal Ajans yetkilileri tarafından sızdırıldığı söylentisi, suçlamaların medyada kendisine daha rahat yer bulmasını ve muhalif medya tarafından sorgulanmamasını sağladı.
Gelişmeler, Avrupa Komisyonu'nun, Türkiye-
AB işbirliği programları çerçevesinde yürütülen projeler için önemli bir murakabe ve kontrol yapmasına yol açtı.
Bu denetlemelerin gerçekleşmesini sağlamak için bütün senaryoyu yazıp hayata geçirenler, doğal olarak seçim öncesi dönemini seçmişlerdi.
Böylelikle seçimlerde Egemen Bağış ve onun üzerinden Başbakan ve tüm AK Parti hükümeti, AB ile olan ilişkileri neredeyse sabote ettiler görüntüsü verilmeye çalışıldı. O dönemde de kaleme aldığımız gibi, bu denetlemelerden hiçbir şey çıkmayacağı, ancak eskilerin tabiriyle "şüyuu vukuundan beter" bir hava yaratılmaya çalışıldığı açıkça ortadaydı. İftira ve yalan, herhalde bu son seçim döneminde yaşadığımız yoğunlukta ve pervasızlıkta Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir döneminde kullanılmamıştır.
AB kaynaklı projelerde çalışmış ya da sadece katılmış olanlar bile, AB'nin kendi hibeleriyle desteklediği etkinlikler için ne kadar kılı kırk yaran, ne kadar ayrıntılı harcama ve faaliyet raporlaması yaptırdığını bilir. Bu harcamalar, hem finansman aşamasında, hem de proje sonrasında kontrol edilir. Ayrıca AB'nin kendi Sayıştayı (Court of Auditors), gerekli gördüğünde ya da test usulü ayrı bir kontrol yapabilir. Komisyon isterse, bağımsız bir denetleme kurumu dahi devreye sokulabilir.
Yolsuzluk değil, en hafif usulsüz harcamalar bile rahatlıkla tespit edilebilir.
Seçim öncesi kopartılan gürültü yüzünden, üç haftaya yayılan bir denetleme Ankara'da AB yetkili kurumu tarafından gerçekleştirildi.
Doğal olarak bir yolsuzluk ya da usulsüzlük saptanmadı.
Seçimler öncesinde, neredeyse her gün Egemen Bağış gazete sütunlarında ve sosyal medyada mahkûm edilirken, Türkiye'nin AB fonlarından artık yararlanmayacak olmasına muhakkak gözüyle bakılırken, seçimin ardından gelen temiz bir murakabe raporu, bu saldırıların ne denli mesnetsiz olduğunu ortaya koydu.
Ortaya koydu derken, karalama kampanyasını yürüten ve destekleyen mecralarda benzer boyutlarda bu haberi görme ihtimaliniz yok denecek kadar az.
Kimse eski AB Bakanı ve Başmüzakereci Bağış'tan da özür dilemeyecek.
Çünkü bunları kabullenecek, hazmedecek ve özür dileyecek bir muhalefet ahlakı çoktan yok oldu. Bütün olanlar, Türkiye'nin AB nezdinde itibarını zedelemiş de olabilir, kimin umurunda... Giderek, bir "benden sonra tufan" anlayışı siyasi hayata da, medyaya da, insan ilişkilerine de hâkim olmaya başladı. Başbakan Erdoğan'ı zor durumda bırakabilecek her türlü olgu, iftira, kayıt, suçlama, sadece Başbakan'a zarar verebileceği için sorgusuz sualsiz muhalif mahfillerce iç ve dış kamuoyuna anında servis ediliyor, kampanya haline getiriliyor.
Türk siyaset yaşamı, her türlü darbenin makbul olduğu, kanlı bir iç hesaplaşmaya döndü. Bunun demokrasiye, hukuk devletine verdiği zararlardan kim sorumlu olacak? Seçmen, kararını verdi, Başbakan Erdoğan, güvenoyu tazeledi, iftira ve yalan kampanyası seçimleri kaybetti...
Siyasi hareketler, sandıkta hesap veriyor, pekiyi siyasi hareket olmayıp siyaset yapanlar nerede, kime karşı hesap verecek?