Sonbahar, uluslararası ilişkilerde hep yoğun geçen bir mevsim olur. Yaz tatilinin bitişiyle yıl sonu tatilleri arasında, ilişkiler yoğunlaşır. AB ile yeni bir faslın müzakerelerinin fiilen başlaması, dış ülkelerde sonbaharın getirdiği çarpıcı bir gelişme olarak algılandı. Üç senedir fasıl açılmaması, tıpkı 1967'de Birleşik Krallık müzakerelerinin son bulması gibi, Türk hükümetinin de masayı terk edeceği bir süreç olarak görülmekteydi. Bunun tam aksi gelişme, dış medyaya yansıdığı kadarıyla beklenmedik bir adım oldu.
Aslında, Türkiye- AB soğukluğu mayısta ortadan kalkabilirdi. Başbakan Erdoğan'ın ABD ziyaretinin hemen sonrasında, AB Başkanı Herman Van Rompuy, Türkiye temaslarında AB sürecine bir şans verilmesini istemişti. AB tarafından adım atılması, Gezi hareketleri ve yaşanan siyasi gerginlikten dolayı ertelendi. Ancak yazın yaşanan olaylar ve sonuçları, Türkiye'nin rejimi ve doğası hakkında da dış gözlemcilere önemli ipuçları verdi.
Bunlardan birincisi, Türkiye, Ortadoğu ülkeleriyle benzerliği bulunmayan bir yapıya ve topluma sahip. Arap devrimi başladığında, önce PKK, sonra da Türkiye'nin yapısı hakkında tamamen yanlış düşünen kimi çevre ülkeler, Türkiye'de benzer bir ayaklanma gerçekleşmesini beklediler.
PKK bu hatasının bedelini çok büyük kayıplar vererek ve kendisini Güneydoğu halk yığınlarından soğutarak ödedi. Çözüm sürecinin kabullenilmesi, PKK içindeki şahin kanadın bu korkunç yanlış stratejisi ve başarısızlığına da kısmen bağlanabilir.
İkincisi, bazı müttefiklerimiz de dâhil olmak üzere, dış gözlemciler Türkiye'deki demokratik işleyişin, aksayan yönlerine rağmen çağdaş ve çoğulcu bir altyapıya sahip olduğunu göremediler. Bunun sonucunda, yaşanan olayların Mısır, Tunus ya da İran ayaklanmalarıyla hiçbir alakası olmadığı, ancak Fransa ve Polonya'daki sosyal çalkantılara benzetilebileceği açıkça görüldü. AB içinde Türkiye'nin sosyal çalkantılarının bile "Avrupalı" olması, önyargıları kıran bir rol oynadı.
Son açılan fasıl ve Avrupa Komisyonu'nun diğer fasılların açılması için Konsey'e yaptığı güçlü çağrı, İran'dan Finlandiya'ya, İspanya'dan Estonya'ya, dış medyada önemli yer aldı. Genel olarak "AB'nin Türkiye'den vazgeçmediği" görüşü yorumlara hâkim oldu.
Diğer yandan,
Almanya'da son yaşanan telefon dinleme krizi, ABD ile Alman hükümetinin arasını ciddi biçimde açtığı için, beklenmedik bir Türkiye- AB yakınlaşmasının gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
AB içinde, Amerikan Ulusal Güvenlik Örgütü NSA'nın kabul edilemez tavrını, Fransa ve Almanya'nın Obama yönetimiyle tartışması gerektiği konuşuluyor. Transatlantik serbest ticaret anlaşması görüşmelerinin dondurulmasını isteyen güçlü bir akım var. İki haftalık bir süreç içinde, son dönemde unutulmuş gibi duran ittifak ve ortaklıklar, sağlamlıklarını ve gerekliliklerini ispat ettiler.
Türkiye, son yıllarda dış siyasette devamlı inisiyatif alarak, geçmiş dönemlerin kalıplaşmış ve girişimcilikten uzak üslubundan çok daha değişik bir profil çizdi. Dünyada insani yardım konusunda lider ülkelerden biri haline geldi. Birleşmiş Milletler nezdinde önemli saygınlık kazandı.
Dış siyasette, içte ve dışta çok eleştiri almasının nedeni, siyasetinin başarısızlığından ziyade yeni bir oyuncu olarak ortaya çıkmasından, diğer güçlerin duyduğu rahatsızlık ve şaşkınlıkla izah edilebilir.