AB ülkelerinin Euro krizi, işsizlik, yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, ekonomik küçülme gibi sorunlardan çok ciddi biçimde bunalmış oldukları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son Almanya gezisinde iyice ortaya çıktı. Çok kısaca özetlemek gerekirse, Türkiye konusunun krizin gölgesinde kaldığı hususu medyada rastlanan bir görüş olarak beliriyor. Bu ziyaretle Türkiye'nin yeniden gündeme gelmesi, Başbakan'ın "AB üyeliğine varız, Eurozone için aday değiliz" teklifi, Alman medyasında geniş yer tuttu.
Sağ muhafazakâr gazeteler, FAZ gibi "kültüralist" gerekçelerle, yani "Türklerin yaşam biçimleri değişik" türü görüşlerle üyeliğin zor olduğunu savunurken, Financial Times ise, Başbakan Erdoğan'ın "gene şaşkınlık yarattığını" teslim ederek, dış ticarette bir TL bölgesi önerisini öne çıkarmış. Başbakan'ın son ziyareti ve açıklamaları, medya dünyasının ve siyasi üstyapının kısa vadede yeterince desteğini almamış gibi durabilir. Ancak zamanla sanıldığının çok ötesinde etkileri olacaktır, bunun da ilk işaretlerini sivil toplum ve kanaat önderleri düzeyinde görebilme fırsatı bulabildim.
Liderlik sorunu
Euro kriziyle birlikte, AB içinde çok ciddi bir siyasi liderlik sorunu olduğu ortaya çıktı. Demokratik ülkelerde, siyasetin yeni liderler ve yeni politikalar üretmesi zaman alıyor. Ne var ki, son birkaç haftadır tüm medyada, toplantılarda, konferanslarda, AB'nin başarılı dönemlerini yaşamış ve artık aktif siyasette olmayan eski liderler sahneye çıktılar.
Başbakan'ın ciddi sitemlerine maruz kalan Konrad Adenauer Vakfı ile yapılan çok üst düzey bir toplantı, hem soğukluğu ortadan kaldırdı hem de AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın çok yaratıcı imgelerle zenginleştirilmiş konuşması büyük beğeni topladı.
Başbakan'ın Nicholas Berggruen Enstitüsü'ndeki "Avrupa krizin ötesinde" toplantısına katılan eski Başbakanlardan Helmut Schmidt, Gerhard Schröder, Felipe Gonzalez, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schultz, Avrupa Merkez Bankası başkanı Mario Draghi, Alman Maliye bakanı ve hükümetin iki numaralı ismi Wolfgang Schaeuble, Fransa Maliye Bakanı Pierre Moscovici, eski AP Başkanı Hans-Gert Pöttering, son derece ilginç bir "eski akil siyasetçi" ve aktif siyasetçi karışımı oluşturuyorlardı.
Güzel bir tesadüf eseri Gerhard Schröder ve Martin Schultz'un arkalarında oturduğum için, Başbakan'ın konuşmasını nasıl takip ettiklerini ve vücut dilleriyle, kendi aralarındaki konuşmalarıyla nasıl desteklediklerini görebildim. Birkaç hafta öncesine dek kimsenin hatırlamadığı Schmidt ve Schröder gibi yetenekli ve başarılı eski başbakanın, birden medyanın aradığı iki isim haline gelmesi, kamuoyunda ciddi bir "AB için güçlü lider" arayışının varlığına işaret ediyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, açıklamalarıyla AB siyaset dünyasını şaşırttı. Sergilediği liderlik ve özgüven ise, ciddi biçimde etki yarattı. AB kamuoyu, sivil toplum örgütlenmesi başta olmak üzere, Türkiye'yi "güvenilir yeni bir aktör" olarak görmeye başlıyor. Türk siyasetini desteklemesiyle tanınmayan Financial Times Deutschland bile, Türkiye-AB ilişkisinin artık "güzel kızı dansa kaldırmak için yanıp tutuşan fakir delikanlı" düzeyini çoktan geçmiş olduğunu teslim etti.
Algılamadaki bu değişiklikler, siyasi düzeye ne zaman yansır? Toplumların algılamada seçiciliği çok zor değişir, ama siyasette de zor, daima kilidi açmıştır.