Türkiye'nin AB'ye giriş anahtarı, büyük ölçüde Almanya'nın elinde...
Geçmişte Almanya'nın AB içindeki ağırlığı çok önemliydi, şimdilerde ise bu ağırlık tartışılmaz biçimde geleceği belirliyor... Biraz yüzeysel bir yaklaşım gibi görünse de, büyük ölçüde Almanya ve Fransa ikilisinin belirlediği mihver desteklemezse, AB'ye üye olmanız çok zordur.
Almanya ile çok kapsamlı ilişkilerimiz var:
Büyük bir Türk kökenli diyaspora orada yaşıyor, yatırımlar, teknoloji transferi ve turizm gibi konularda Almanya'nın çok önemli bir ağırlığı var.
Almanya'ya göç eden Türk nüfus, onyıllar boyunca gittikleri yerde Türkiye'den hiçbir ilgi ve destek göremeden yaşadılar. Son yirmi yılda, adım adım Türkiye ile Almanya'daki Türkler arasında ilişkiler yoğunlaştı, son on yılda ilişkiler anavatan ile çok gelişti, gene de kurumsal bir yapılanmadan söz edilemez.
Toplumsal açıdan, Federal Almanya'ya yerleşmiş olan üç milyonu aşkın Türk kökenli nüfusun, kendisine hiç benzemeyen bir toplumda, olabilecek en az sorunla bir yaşam biçimi oluşturduğunu söyleyebiliriz...
AB ülkelerindeki göçmen nüfusun uyum düzeyleriyle karşılaştırıldığında, Almanya'daki Türk nüfus kesinlikle önemli bir başarı örneği... Özellikle ikinci ve üçüncü nesil, toplumda giderek yükselen bir sosyal konuma sahipler.
Siyasi ilişkiler
Türk diyasporasının varlığı, derin sınai işbirliği, yatırımlar, Türkiye'yi ziyaret eden çok sayıda Alman yurttaşı gibi olguların, siyasi ilişkilere olumlu yansıdığı söylenemez.
Türkiye'nin AB hedefinin ciddileşmeye başladığı 1980'li yıllar, Almanya ile ilişkilerimizin kalıcı biçimde bozulmaya yüz tuttuğu yıllardır. Helmut Kohl dönemi, Almanya ile 1947'den beri süregelen dostane ilişkiler dönemi bitmiştir.
1998'de hükümete gelen SPD/Yeşiller koalisyonu ve Gerhard Schröder'in başbakanlık dönemi, Türkiye'ye AB kapılarının nihayet kurumsal olarak açıldığı, daha doğrusu "aralandığı" dönem oldu. 2005'te SPD/ Hıristiyan Demokratlar koalisyonu ve Angela Merkel'in ilk başbakanlık dönemi, Türkiye'yi AB içinde Almanya'nın aktif desteğinden mahrum etti ve üyelik müzakerelerinin durgunlaşmasında rol oynadı.
2009'da FDP ile iktidara gelen Merkel'in temel hedefi, Türkiye'yi AB'ye mümkünse üye yapmadan kalıcı biçimde bağlayabilmekti.
Türkiye'nin üye olma hakkı reddedilmeksizin, fiiliyatta "Privileged Partnership" adıyla ortaya atılan bir ayrıcalıklı ortaklık kavramı, AB üyeliği yerine Türkiye'ye sunulmaya çalışıldı. Bu ortaklığın, Türkiye'yi AB karar alma mekanizmasının dışında tutmanın ötesinde ne gibi ayrıcalıkları olduğunu kimse anlamasa da, Angela Merkel bu konuda ısrarlı tavrını sürdürdü.
Son dönemde, Euro krizi ve Türk ekonomisinin performansı, CDU içinde Türkiye'nin başka türlü algılanmaya başladığının işaretlerini veriyor. Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi başkanı ve CDU milletvekili Elmar Brok, geçen hafta yapılan bir panelde gazetecilerin sorularını yanıtlarken "ayrıcalıklı ortaklık" kavramının tarih olduğu anlamına gelen bir açıklama yaptı.
Bu tavır genelleşirse, AB içinde Türkiye'ye, yeni perspektifler elbette açılabilir.
Fransa ile Almanya'nın "ortaklık tazeleyerek"
AB'ye yeni bir yön vermeleri acil bir beklenti... Bu değişimin Türkiye açısından etkileri neler olabilir? Şu anda sadece varsayımlar üzerinden yaptığımız değerlendirmeler, Kıbrıs Rum Kesimi başkanlığı sonrasında Türkiye- AB ilişkilerinin yeni bir perspektife oturabilme fırsatının hala olduğu hissini veriyor.