Geçtiğimiz hafta, Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Laurent Bili ile Beyoğlu'ndaki Fransız sarayında bir görüşme yapmak fırsatı buldum. Uzun bir söyleşiden, büyükelçinin son derece iyi Türkçesi ve Türkiye bilgisinden çok etkilenmiş olarak ayrıldım. Sarkozy döneminin son bulmasıyla Türkiye, Fransa ile olan ilişkilerinde bir bekleme havasına girdi. Cumhurbaşkanı François Hollande'ın yönlendirmesiyle, bu ilişkilerin hızlı bir düzelme sürecine girmesine herkesin çok ihtiyaç duyduğu bir gerçek...
Hem büyükelçi Bili, hem de İstanbul Başkonsolosu Herve Magro, ana diline yakın bir rahatlıkta Türkçe konuşan, Türkiye'yi çok iyi bilen iki diplomat. Bir büyük "tesadüf" sonucu, Avrupa Komisyonu Türkiye temsilciliğinin başında da son derece tecrübeli bir diplomat olan ve François Hollande ile üniversitede aynı sınıftan mezun olmuş Jean-Maurice Ripert bulunuyor.
Konuya hâkim, kıdemli diplomatların Türkiye'de bulunması şüphesiz olumlu bir durum. Ancak ilişkilerin canlanabilmesi için Fransa'nın "sistemli muhalefet" stratejisinin sona ermesi gerekiyor. Sona erdiyse bile sadece bitmesi yeterli olmayacak. Yıllardır süren bu sert strateji, Türk- Fransız ilişkilerinde derin yaralar ve izler bıraktı. Gelinen noktada, Fransa'nın somut ve önemli adımlar atması, bu sayede var olan güvensizlik ve hayal kırıklığı ortamını sona erdirmesi, ilişkilerin düzelmesi için olmazsa olmaz bir koşul olarak duruyor.
Fransa'nın, Suriye konusunda son dönemlerde çeşitli düzeylerde verdiği demeçler ve aldığı tavırlar önemli... Gerek François Hollande, gerek Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Suriye krizinde her an Türkiye'nin tavrını açıkça desteklemekten ve övmekten geri kalmadılar.
Fransa'dan jest beklentisi
Güney Kıbrıs Rum Kesimi başkanlığı bittikten sonra, 1 Ocak itibarıyla İrlanda Cumhuriyeti AB dönem başkanlığını devralacak. Bu tarihten itibaren, Fransız diplomasisinin ne yapacağı merakla bekleniyor. Veto edilmiş müzakere fasıllarından açılan olacak mı? Böylesi bir adım atılması ve 2013 yılında Cumhurbaşkanı Hollande'ın Türkiye ziyaret etmesi, var olan havayı değiştirebilir. Sıklıkla yazılarımda bahsettiğim bir hususu hatırlatmakta fayda var. Fransa ve Türkiye, idari yapılarındaki benzerlik ve ayniyet gösteren devlet etme anlayışlarının yanı sıra, birbirini tamamlayıcı iki ekonomiye sahip bulunuyorlar.
Otomotivden enerji üretimine, tarım kökenli sanayiden şehirciliğe, Türkiye ile Fransa'nın rekabet ya da hasımlık içinde değil, ciddi bir işbirliği içinde olmasından daha doğal bir şey yok. Bu doğal mecra, çok uzun yıllardır ya kısmen, ya da tamamen tıkalı kaldı. Hem Türkiye, hem de Fransa bu olumsuzluktan çok şey kaybettiler. Şimdi kaybolan zamanı telafi etme dönemini bir an önce başlatmalıyız.
Kaybedilen zamanı telafi etme dendiğinde, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın, ilişkileri ayakta tutabilmek için gösterdiği gayret ve gündeme taşımaktaki başarısı, gerçek bir müzakerecilik performansı oluşturuyor.
AB ile Türkiye'nin birbirine en fazla ihtiyaç duyacakları bir döneme girdik. Bu dönemde, son İlerleme Raporu gibi infial yaratıcı ve provoke edici gelişmelere tepki duysak bile, bu tepkileri verirken, tenkit çerçevesinde kalabilmek, AB'deki muhaliflerin eline koz vermemek son derece önemli... Ne biz AB'yi, ne de AB bizi çöp sepetine atabilir, böylesi bir gelişmede herkes kaybedecektir.