Amerikan Türk Konseyi toplantılarının 31. yılında, her yıl olduğu gibi AB, Türkiye ve ABD ilişkileri hakkında bir panel yönetmek ve toplantılara katılmak için Washington'dayım. Geçtiğimiz dönemlerle bu toplantının belki temel farkı, son iki senede ABD yönetimi ile Türkiye ilişkilerinin hiçbir zaman olmadığı kadar yoğun ve olumlu bir havada olması...
ABD ve Türkiye, bugünkü Amerikan yönetimi tarafından "model bir ilişki" olarak değerlendiriliyorlar. Soğuk Savaş döneminin en zor ve tarafların birbirine en fazla ihtiyaç duyduğu anlarda bile, bu denli yoğunluk ve yapıcılık içinde bir ilişkiler bütünü oluşturulamamıştı. Bugün iki ülke arasında gerçek anlamda bir güven tesis edilmiş durumda. ABD siyaseti tümüyle seçim havasına girmiş bulunuyor, ne var ki Türkiye- ABD yakınlaşması, Obama yönetimine karşı çok sert bir muhalefet yürüten Cumhuriyetçi Parti tarafından da bir devlet politikası olarak benimseniyor ve destekleniyor.
ABD tarafından toplantıya Savunma Bakanı Leon Panetta, Ticaret Temsilcisi Ron Kirk, Enerji Bakan Yardımcısı Daniel Poneman ve Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone gibi isimler katıldı. AB Temsilcisi Büyükelçi Almeida da katılanlar arasındaydı. Türk tarafından ise Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Başbakanlık Yatırım Ajansı Başkanı İlker Aycı, AB Bakanlık Müsteşarı Haluk Ilıcak, Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Halit Çevik, Şeker Kurumu Başkanı Hüsnü Tekin dikkat çeken katılımcılar oldular. Büyükelçi Namık Tan da, Büyükelçi Ricciardone de iki gün boyunca toplantıları yakından izlediler.
ABD Dışişleri Müsteşarı Phil Gordon, Türkiye ile işbirliği yapılan ilişkileri sıraladığı konuşmasında, okuduğu listenin önemi ve uzunluğuyla dikkatleri üstüne topladı. Afganistan, Libya, Suriye, Irak, İran, Balkanlar, Kafkasya, Kıbrıs, AB, enerji sorunları gibi temel noktaları kapsayan bu liste, iki gün boyunca ayrıntılı bicimde tartışıldı.
Alışık olmadığımız biçimde, Türkiye olarak ABD'de ortalama insanın dahi gündemine girmiş bulunuyoruz. Toplantı boyunca yabancı şirket üst yöneticileri, Türkiye'nin ekonomik performansına duydukları ilgiyi ve beğeniyi teker teker dile getirdiler.
McCain barış istiyor
Tüm bu gelişmeler içinde, kısıtlı sayıda katılımcının kabul edildiği bir çalışma kahvaltısına katılma fırsatı bulabildim. Kahvaltının konuğu Cumhuriyetçi Parti'den Senatör John McCain idi. Kendisi 2008 seçiminde Başkan Obama'ya karşı seçimi yitiren Cumhuriyetçi Parti başkan adayı... Cumhuriyetçi Parti, genellikle seçim kaybeden eski başkan adaylarını pek sevmez, ancak senatör McCain, gelecekte de partisi içinde son derece önemli roller oynamaya aday bir politikacı olarak bu kurala bir istisna teşkil ediyor.
ABD tümüyle seçim havasına girmiş bulunuyor, yapılan kamuoyu yoklamaları da, her iki adayı çok yakın oy düzeylerinde gösterdiği için, ABD'de iç politika şu sıralar her türlü gelişmenin merkezinde duruyor.
Senatör McCain belki de Mitt Romney'in başkanlığı gerçekleşirse ciddi bir göreve geleceğinin bilincinde ve beklentisinde olarak, Türkiye ile ilgili ölçülü fakat son derece açık ve yer yer sert bir üslup kullandı.
Türkiye'ye eleştiri yönelttiği alanlar esasen çok beklenmedik hususlar değildi. Bunların içinde demokratik standartların yükseltilmesi, ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteciler, yargılama süreçlerinin inanılmaz uzaması gibi hususlar ortaya kondu. McCain, genelde toplantılarda kimsenin değinmediği bir konuyu da gündeme getirdi ve tutuklu Silahlı Kuvvetler mensuplarının rütbeleri ve sayıları göz önüne alındığında, ciddi endişe uyandırdığını söyledi. Asker kökenli bir siyasetçi olduğu için bu endişeyi dile getirdiği düşünülebilir, ancak McCain bu yanıtını önceden ve düşünerek hazırlayacak kalibrede bir siyasetçi, yaptığı konuşmada ve verdiği mesajlarda çok dikkatli davrandı.
Türkiye ciddi bir rol model
Türkiye'ye paye verdiği alanlarda, son derece sitayişkâr bir üslup kullandı. Türkiye'nin gelişmesini devamlı takip ettiğini belirterek, sadece Arap uyanışı açısından değil, demokrasi özlemi duyan diğer toplumlar için, Malezya ve Endonezya'yı da ismen sayarak, Türkiye'nin rol model olduğunun altını çizdi. Türkiye örneğinin Çin'den Rusya'ya kadar etkisi olduğunu belirtti.
Bu kadarla da kalmayarak, Senatör Liebermann ile birlikte yaptıkları Suriye sınırındaki göçmen kampı ziyaretlerinden ne kadar etkilendiğini belirtti ve Suriye konusundaki tavrı itibarıyla Türkiye'ye müteşekkir olduğunu söyledi. Suriye konusunda ise, ABD'nin liderliğini tüm dünyanın beklediğini ancak bu liderliği gösterecek bir yönetim bulunmadığını söyleyerek Başkan Obama'yı çok sert eleştirdi.
Bosna Hersek örneğini hatırlatarak, insanlık suçu işlenen bir bölgeye müdahale etmek için o dönem BM kararı beklenmediğini anımsattı. McCain için Suriye'de İran zaten muharebe sahasında aktif biçimde bulunuyor, Rusya da Esad'ı ayakta tutan askeri malzemeyi sağlıyor.
McCain'in "Müslümanlar ölürken neden bekliyoruz, Kosova'da beklemedik" cümlesi, muhtemelen çok ciddi bir etki yaratabilecek ve Başkan Obama'yı uluslararası planda giderek sıkıştıracak gibi görünüyor.
Ancak McCain'in hiç ödün vermediği konu, Türkiye ile Israil arasındaki uzlaşmaz durum oldu. ABD'de herkes bu konuda çözüm bulunamamasından rahatsız, Senatör McCain, konuşmasında Türkiye'nin tutumunu hayli eleştirel bir üslupla ele aldı. Mavi Marmara saldırısını soran bir katılımcıya, o gemilerin o sularda ne isi olduğunu sorarak yanıt verdi ve konuya olan yaklaşımını belli etti. Özür dilenmesi hususunun ise bir gündem maddesi olmaması gerektiğini belirtti ve çok benzer bir konu olarak ABD askerlerinin Pakistan askerlerini yanlışlıkla öldürmesinden söz etti. Mavi Marmara saldırısıyla ABD'nin Pakistan silahlı kuvvetleri ile yaşadığı sorunların nasıl bir benzerlik içinde olduğu pek anlaşılamadı ve dinleyiciler arasında rahatsızlık yarattı...
Sözlerini gene emekliliğini Türkiye'de boğaz kıyısında geçirmek istediğini söyleyerek sonlandırdı, böylelikle çalışma toplantısı ılımlı bir tonla bitti. Hillary Clinton'un geçtiğimiz hafta İstanbul boğazına hayranlığını ne kadar içten dile getirdiği hatırlanırsa, şu sıralar Boğaz'ın Washington'da çok revaçta olduğu söylenebilir.