Wall Street Journal'da çıkan ufak bir yazı, Türkiye'nin gündeminde neşeli bir rüzgâr estirdi: WSJ, Yunanistan'ın Euro'dan çıkartılmasını, yerine çok yüksek büyüme sergileyen genç nüfusuyla öne çıkan Türkiye'nin alınmasını mizahi bir üslupla tavsiye ediyor.
Ancak serinkanlılıkla olgulara bakarsak, WSJ'nin önerdiği gibi Türkiye'nin kısa ve orta vadede Euro bölgesine girmesi hiçbir açıdan Türk ekonomisinin çıkarlarına hizmet edecek bir yön taşımıyor. Türkiye, çok yüksek hızla kalkınan ve kalkınmak zorunda olan bir "gelişen ekonomi" ve muhtemelen daha uzun yıllar özerk bir para politikasına ihtiyaç duymayı sürdürecek...
Önümüzdeki on yıl, yapısal reformların oturması, geliştirilmesi, çok geriden gelen insani gelişim endekslerinin yükseltilmesi gibi hedeflere ulaşmak için, Türkiye'nin istikrarlı ve dirayetli bir stratejiye ihtiyacı var.
Bu stratejinin başarısı için gerekecek hususlar, istikrarlı bir siyasi iradenin yanı sıra, çevre ekonomilerin sağlıklı bir gelişme sürecine kavuşması, ikili ve çok taraflı ticari ilişkilerin gelişmesi, vize sisteminden arınmış bir geniş dolaşım bölgesi oluşturulması gibi anahtar unsurlardan oluşuyor.
Yunan ekonomisinin içine girdiği derin krizden çıkması, Türkiye açısından bu anlamda önemli... Bunun dışında, Türkiye'nin ekonomik performansının kriz döneminde AB'ye çekici gelmesi, kısa vadede siyasi alana tahvil edilebilecek bir avantaj olarak da görünüyor.
Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın direktifiyle hükümetin, daha yapıcı bir biçimde bu ilişkileri yönetmeye çalıştığı anlaşılıyor. AB Bakanı Egemen Bağış ile Avrupa Komisyonu üyesi Stefan Füle'nin geçen hafta başlattıkları pozitif gündem ile fasıllar üzerindeki vetoların kalkması çabaları, bu iradenin göstergeleri olarak duruyor.
AB hangi kararı alacak?
AB içinde ise, şu anda kimsenin Türkiye perspektifini düşünebilecek zamanı olduğunu sanmıyorum. Fransa'nın yeni lideri, Almanya'nın tavizsiz tasarruf politikasını dengelemeye çalışıyor. Giderek iki görüş giderek belirgin hale geliyor.
Birincisi, Almanya'nın savunduğu ve giderek de yalnız kaldığı görüş: Sağlıklı bir kamu maliyesi olmaksızın hiçbir ekonominin orta ve uzun vadede düzelemeyeceği görüşü... Bunu sağlamak için ciddi tasarruf politikalarını uygulayamayan ülkelere de destek verme konusunda son derece isteksiz bir tavrı var Alman hükümetinin...
İkinci görüş, François Hollande'ın dile getirdiği ve giderek daha fazla destek toplayan görüş: Tasarruf tedbirleriyle ekonomilerde büyüme ve istihdam yaratma dinamiklerinin devreye girmeyeceği saptamasından hareketle, büyüme için ilave tedbirler ve destekler oluşturulmasını istiyor. Adına da "Büyüme Paktı" denilecek, kamu harcamalarını bir miktar enflasyonu göze alarak artıracak bir girişimi destekliyor.
Alman hükümeti bu girişime karşı değil, ancak Euro tahvilleri çıkararak tüm borçlara kefil olmayı reddediyor, böylelikle bir "büyüme" stratejisi oluşturma konusunda AB'nin ve Euro kullanan ülkelerin önü tıkanıyor.
Yunanistan hiç değilse ekonomisindeki yapısal sakatlıklarının üstüne gidebilse, piyasasını 1967 Cunta döneminden kalan yasalardan kurtarsa, Almanya çekimserliğinden sıyrılabilir. Ancak böyle bir irade ve iktidar ufukta görünmüyor. Görünmediği sürece Yunanistan Euro'dan da, fiilen AB'den de bir süreliğine çıkabilir.
Bir kere çıktıktan sonra 32 yıl AB üyesi olup hiçbir sorumluluğunu yerine getirmeyen bir ülkenin yeniden üyeliği ise hayal bile olmayabilir...