Geçen hafta Güney Kıbrıs konusunda Türkiye'nin, önceden dikkatle hazırlandığı belli olan stratejik adımlar atmasının mümkün olabileceğine değinmiştim. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın KKTC ziyareti çerçevesinde yaptığı açıklamalar, bu stratejik girişimin tahmin edilenden çok daha erken başladığını gösterdi.
Kıbrıs çözümü için son düzlüğe çıkıldığı bu dönemde, esas olarak iki önemli tarih ortaya çıkıyor. Birincisi, ekim ayında BM Genel Sekreteri'nin tarafların çözüm önerilerini dinleyeceği zirve... Bu zirveye kadar da on dokuz toplantı yapılması hedefleniyor, GKRY'nin bu alanda ciddi bir baskı altında olduğu ve endişelendiği de açıkça görülüyor. Geçtiğimiz ay Cenevre zirvesinde Hristofyas, çözüm girişimlerinin eski hızıyla, yani hiç ilerlemeden devam etmesini istemişti. Ancak, Derviş Eroğlu'nun "toprak" konusundaki girişimi, Hristofyas'ın planlarını altüst etti ve zirveden, hızlandırılmış görüşmeler ve ekim ayı içinde nihai toplantı kararı çıktı.
Bu ortamda, Güney Kıbrıs, bütün gayretini ekim ayını atlatarak, ikinci önemli aşamaya ulaşmaya sarf ediyor. İkinci önemli tarih ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB Dönem Başkanlığı'nı altı ay için devralacağı 1 Temmuz 2012... Bu noktada Kıbrıslı Rumların arzusu 1974'ten beri hayal ettikleri, Türkiye ile aynı masaya oturmak hedefini AB Dönem Başkanlığı sıfatı ile gerçekleştirmek idi. Türkiye, buna ciddi biçimde karşı çıktı.
Fiili durum yaratma siyaseti
Aslına bakılırsa, Güney Kıbrıs'ın geçmişteki bütün siyaseti emrivakiler ve fiili durumlar yaratmak üzerine kurulu oldu. Bu siyasetin en başarılı noktası, Annan Planı'nı reddetmesine rağmen Güney Kıbrıs'ın 2004 Mayıs ayında AB üyeliğine kabul edilmesidir. Türkiye'nin 2003'e kadar izlediği çözüm aramayan, "nereden koparsa kopsun" yaklaşımı da bu süreçte çok etkili oldu. Kıbrıslı Rumlar tüm uluslararası kamuoyuna çözüm istemeyen tarafın sanki Türkiye olduğunu gösterdi ve Güney Kıbrıs, hayal dahi edemeyeceği bir başarı kazandı. Türkiye 2003'ten itibaren geç kalmış bir politika değişikliğine gitti ancak Avrupa kamuoyunu bu kadar kısa sürede etkilemek mümkün olmadı.
Bu üst üste kazandığı başarılar, Güney Kıbrıs'a daha önce kendisinde olmayan bir güven verdi ve AB içinde, KKTC'nin üzerindeki baskıları kaldırmaya yönelik tüm girişimleri sabote etmeyi başardı. Türkiye'yi sıkıştırmak ve bezdirmek isteyen kimi AB ülkeleri de Güney Kıbrıs'a yardımcı oldular. Hâlâ müzakerelerdeki temel tıkanıklık, Güney Kıbrıs bandıralı gemi ve uçaklara liman ve havaalanlarının açılması noktasında düğümleniyor.
Güney Kıbrıs'ın uzlaşmaz tavrında diretmesini sağlayan, bu dengelerin daima devam edeceğini zannetmesi oldu. Giderek uluslararası platformlarda Türkiye'yi daha fazla sıkıştıracağını, AB ve NATO gibi alanlarda Türkiye'nin tüm müttefikleriyle görüş ayrılığına düşeceğini tahmin etti. Giderek hedefinin "tek" bir Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturmaktan çok, koparabileceği kadar toprak ve tazminat almak olduğunu da belli etmeye başladı.
Güney Kıbrıs değişimi görmüyor
Türkiye, Güney Kıbrıs'ın ve bazı AB ülkelerinin tahminlerinin aksine sağlıklı ve sürekli bir büyüme gösterdi, demokrasi standartlarını yükseltmeyi başardı, daha da önemlisi bölgesinde bir "istikrar" unsuru olmaya muvaffak oldu. AB içinde ise, genişleme ile derinleşme sürecini bir arada yürütemeyen kurumsal yapı, AB tarihinin en derin krizlerinden birinin patlamasına neden oldu. Bugün AB içinde hiçbir ülke, Güney Kıbrıs'ın sorunlarıyla ilgilenecek durumda değil. Tüm enerji Euro krizinin çözülmesine ve Almanya'nın ikna edilmesine harcanıyor. Yunanistan iflas etti, AB ülkelerinin yardımıyla ekonomisi hayatiyetini sürdürebiliyor.
Türkiye, işte bu konjonktürde çok önemli bir adım attı. Kıbrıs konusunda ilk kez bir tarih vererek çözümü hızlandırma yoluna gitti. Başbakan, aslında tüm müzakere kapılarını ardına kadar açık tutuyor. Müzakere pozisyonu hakkında hiçbir bilgi sızdırmadı, tüm ağırlığı takvime vermiş bulunuyor.
AB, üyesi bir ülkeyle dayanışma içinde olması gerektiğinden, kurumsal (ve muhtemelen sert) bir tepki verecektir. Ancak BM çerçevesindeki müzakereleri desteklemeye de devam edecektir. Gerek Kıbrıs, gerek AB siyasetimizde çok önemli bir adım attık ve ciddi bir sorumluluk aldık. ABD'nin de bunu desteklediği zımni biçimde görülüyor. Bu girişim, uluslararası planda oynayacağımız ilk başat role işaret ediyor, gelişmeler çok ciddi uluslararası denge değişikliklerine yol açabilir.