12 Haziran seçimlerinden sonra, kamuoyunun gelecek konusunda beklentisi çok yüksek oldu. Çok geniş katılımlı ve demokratik seçimler sonrasında tekrar iş başına gelen hükümetin, yeni bir anayasa için, toplumsal barış ve dış siyasette atılacak son derece önemli adımlar için konsensüs arayışına girmesi genel bir beklentiydi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları da bu yönde ve umut verici, uzlaşıcı bir dönemi işaret ediyordu.
Beklentilerimiz bir anda hayal kırıklığı ile yer değiştirebildi. İçine itildiğimiz garip bunalım, bizlere vakit ve zemin kaybettiriyor, hiçbir anlamlı izahı da bulunmuyor. Diğer yandan, uluslararası gündem, bizim kararsızlığımızı beklemiyor ve hızla gelişiyor.
AB açısından, büyük ve ciddi adımlar atıldı geçtiğimiz haftada... Hırvatistan, belki de bu kadar hızlı elde etmeyi beklemediği bir mükâfat aldı ve sene sonuna kadar müzakerelerin bitebileceği Komisyon tarafından açıklandı.
AB dilinde bu tür bir açıklama, 2013 yılı dolaylarında Hırvatistan'ın üye olacağına işaret eder. Diğer yandan mutabık kalınan beş yıllık bütçe zarfı, AB'nin 2014 tarihinde yeni ve büyük bir genişlemeyi hedeflemediğini de gösteriyor.
Bütün bu olguları bir araya getirerek, müzakere sürecinin bir çıkmazda olduğunu, bundan da öte Türkiye/AB ilişkilerinin çok ciddi bir sürtüşmeye doğru gittiğini söylemek mümkün.
Acaba bu çok doğru bir analiz olur mu?
Kıbrıs konusunda beklenmedik gelişmeler
AB ile kısa vadede en büyük sorunumuz Kıbrıs... Rum Yönetimi, hiçbir açılım olmamasını, mümkün olursa Türkiye'nin ve KKTC'nin tüm ödünleri vermesini, tazminat ödemesini, ada nüfusunun daima dört Kıbrıslı Yunanlıya karşı bir Kıbrıslı Türk olarak kalmasını istiyor.
Siyasi eşitlik konusuna yanaşmadığı gibi, serbest dolaşımın ertelenemeyen bir temel unsur olduğu AB hukukunu da unutarak, Türkiye'den KKTC'ye gitmiş olan kişilerin de sınır dışı edilmelerini istiyor.
Güney Kıbrıs Yönetimi, bugüne dek Kıbrıs politikalarında kazandığı zeminden ve hep kazanacağından o kadar emin ki, Cenevre'ye aymazlığa yaklaşan bir kibir ve her türlü çözüme karşı çıkan bir tavırla gitti. Hiçbir surette toplumlararası müzakerelerin hızlandırılmasını istemediğini, Türkiye'nin desteklediği uluslar arası konferans teklifini dikkate almadığını açıkladı.
Türkiye bu aşamada, ciddi bir diplomatik girişimle tüm denklemi değiştirecek bir hamle yaptı. Toprak konusunun masaya getirilmesine karşı olmadığını açıklayarak BM Genel Sekreteri Ban-Ki moon'un elini güçlendirdi.
Genel Sekreter, Türkiye'nin uzlaşmacı adımından destek bularak ekim ayına kadar yoğunlaştırılmış görüşmeler istedi, bunun ertesinde de bir uluslar arası konferansın hedeflendiğini söyledi.
Güney Kıbrıs, daha 2012 Temmuz terminine itiraz etmeye hazırlanırken, bir anda kendisini üç ay içinde gerçekleşecek başka bir tarihle karşı karşıya buldu. Şu sıralar ciddi bir panik yaşadıklarını kuvvetle tahmin ediyorum.
Derviş Eroğlu, bu yıl içinde bir çözüm zemini oluşturma konusunda BM çerçevesinde ciddi bir irade gördüğünü açıkladı. Bu açıklamayı yaparken rahatlamış olduğu da barizdi.
Toplumsal konsensüs gerektiren bir döneme giriyoruz
Güney Kıbrıs, köşeye sıkıştığını hissettiğinde ne yapacak? Şimdiden kestirmek kolay değil, ancak AB içinde yaşanan bunca kriz varken, çözüm istememekte haklı olduğunu anlatacak çok fazla ülke bulamaz. BM Güvenlik Konseyi'nde onu destekleyecek olan Rusya Federasyonu da, gelişmeleri ilânihaye engelleyemez.
Çok girift, zor ve ustalıklı diplomatik atakların yapılacağı bir döneme giriyoruz.
Kıbrıs konusunda oluşacak anlaşma havası, AB'nin de askıya alınan fasıllar konusunda tavrını değiştirmesine yardım edecektir. Almanya ve Fransa'nın siyasi isteksizliği, onları müzakerelerin bir biçimde devam etmesini de istemeye itiyor. Zaten çok yavaş giden bu süreci baltalamanın akılcı bir yol olmadığını anlamış görünüyorlar.
Türkiye'nin ve KKTC'nin önümüzdeki on yılı belki birkaç haftada şekillenecek. Ancak bizler iç gündemimizle ve çıkardığımız bunalımla çok meşgulüz, Türkiye'ye otuz yıl kaybettirdikten sonra on yıl daha kaybettirmeyi rahatlıkla göze alabilecek siyasi hareketlerin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Acaba genel seçimler bu hafta sonu yapılsa nasıl bir sonuç alınırdı?