AB içindeki müttefiklerimiz, Türkiye'nin geleceğini bizden çok daha objektif bir şekilde ele alabiliyor. Son Financial Times gazetesinde yayınlanan ve Büyük Britanya Dışişleri Bakanı William Hague ile Finlandiya Dışişleri Bakanı Alexander Stubb'un ortak imzaladıkları makale (aslında buna "çağrı" demek daha doğru), bu açıdan çok önemli.
Financial Times, belki de modern zamanların iktidar sahiplerinin görüşlerini en iyi yansıtan bir platform. Bu platformda iki dışişleri bakanı ortak bir çağrı yayınlıyorlarsa, bunun iyi düşünülmüş ve arkası gelecek önemli bir stratejik açılımın ilk adımı olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz.
Bakanların ortak makalesi, Türkiye'nin gerek ekonomik güç, gerek siyasi "yumuşak güç" olarak çok parlak bir gelecek vaat ettiğinin altını çiziyor. Türk girişimcilerin AB tek pazarındaki etkinliğini övüyor, daha şimdiden Türkiye'nin bölgesindeki ve G20'deki olumlu rolüne yüksek değer biçiyor. OECD rakamları vererek, Türkiye'nin 2050 yılında Avrupa'da ikinci büyük ekonomiyi oluşturacağından bahsediyor.
Kıbrıs sorununun 36 yıl sonra çözülmesinin yaratacağı büyük rahatlama ve atılıma sözü getirerek, her iki kesimin temsilcilerinden cesaret ve devlet adamlığı göstermelerini istiyor. Böylelikle AB üyesi olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi de, KKTC ile aynı seviyede ele alınıyor.
Oyalama taktiğine son
Bu çağrının can alıcı noktası, Türkiye'nin reformlar konusunda, özellikle de adını vererek söyledikleri "rekabet faslı" konusunda siyasi iradesini teyit edecek bir adım atması ve İlerleme Raporu için olumlu gelişmeler hanesine önemli bir katkıda bulunmasının istenmesi.
AB içinde Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin "oyalama" taktiğine kurban edilmesine ciddi tepkiler var. Bu dönem, Fransa ve Almanya'nın "rafa kaldırma" tutumuna karşı son derece ciddi bir muhalefet ortaya çıkacağa benziyor ve bu muhalefetin başını, İngiltere ile Finlandiya çekecek gibi görünüyor.
Fransa'nın başı, zayıflamış bir iktidar, Roman'ların sınır dışı edilmesinin yarattığı infial, sosyal sigorta reformu ve emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi sorunlarla çok ciddi biçimde dertte. Başkan Sarkozy, muhtemelen Başbakanı Fillon ile yollarını ayırma aşamasına gelmiş bulunuyor. Federal Almanya'da ise iktidardaki koalisyonunun oyları, seçimden bu yana en düşük durumda, muhalefet ciddi bir programı olmamasına rağmen iktidardan daha yüksek kamuoyu desteğine sahip. Thilo Sarrazin skandalı da hükümetin ne denli zayıfladığını göstermiş bulunuyor.
Türkiye dostu dalga
Başını İngiltere'nin çekeceği bir "Türkiye yanlısı ülkeler grubu", Fransa ile Almanya'nın "oyalama taktiğini" işlevsiz kılacak bir açılıma imza atabilir mi? Bu aşamada, hem Kıbrıs sorunu yüzünden hem de Fransa'nın tavizsizliği ile tıkanmış fasılların önünü açabilecek bir ivme yaratmaya yakın olduklarını hissettikleri anlaşılıyor. Bunun oluşabilmesi için Türkiye'ye çağrı yaparak ellerini güçlendirmek istiyorlar. Bu açılımı, İngiltere'nin AB içinde muhalif durma geleneği ile açıklamak çok yanlış bir değerlendirme olacaktır. AB-Türkiye ilişkilerinin, Fransa ve Almanya'nın istediği atalet durumundan çıkmasını isteyen derin bir dip dalgası geliyor. Yunanistan Dışişleri Bakanı Druças bunun farkında olmalı ki, askıya alınan sekiz faslın açılması için, becerebilirse Maraş'ın iskâna açılması teklifini de pakete sokmaya çalışıyor.
Muhalefetin AB politikası yok
12 Eylül sonrasında bizi bekleyecek çok önemli ve çok ciddi gelişmeler var. AB yetkililerine Türkiye'nin reformlara ciddi olarak bağlı olduğunu sadece iktidarın söylemesi yeterli olmayabilir.
Muhalefetin AB politikası olmamasının çok ciddi sorun yaratacağı bir döneme giriyoruz. Referandum ertesinde, muhalefet cephesinde AB konusuna da olumlu gelişmeler gözlemlenebilir. Bu konuda yapılacak her girişim, atılacak her olumlu adım, iktidar/muhalefet ayırımı söz konusu olmaksızın, Türkiye'nin önünü hiç tahmin etmediğimiz boyutlarda açacaktır.