Başbakan'ın bu haftaki grup toplantısında partililere yönelik söylediği ve en çok dikkatimi çeken cümlesi şu oldu: "Umudunuzu ve cesaretinizi asla kaybetmeyeceksiniz!"
Darbe kültürünün en büyük psikolojik operasyonlarından birinin "korku salmak" olduğunu biliyoruz. 17 Aralık'tan bu yana buna bizzat şahit oluyoruz zaten.
Yargı darbesinin ardından gazeteci kisvesine sığınan bazı operasyoncular, Başbakan'ı, ailesini, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı, MİT'i ve bakanları tehdit ediyor.
Açıkça, "Yargılanacaksınız, hesap vereceksiniz, hapislerde çürüyeceksiniz, kelepçeyle götürüleceksiniz" diye yazanlar var.
Yargı darbesinden değil de seçilmişlerden yana tavır gösteren gazeteciler ise ciddi bir baskı, aşağılama hakaret, itibarsızlaştırma operasyonuna uğradı, uğruyor. Özellikle kadın yazarlara karşı yapılıyor bu operasyon.
Siyasetin yanında yer alan gazetecilere yapılan bu baskı bile tek başına yapılan operasyonların ne kadar "derin" ve planlı olduğunu göstermeye yeter.
Gerek sosyal medyada gerekse haber siteleri adı altında operasyon yapan bazı sitelerde bu türden 28 Şubat ağzıyla meşru Hükümete saldırı haberleri yapılıyor.
***
Başbakan bir yandan "Milletim müsterih olsun, bize güvensin. Bu iktidar yetimin hakkını yedirmedi, yedirmeyecek. 17 Aralık yolsuzluk ambalajı üzerine giydirilmiş bir darbedir. Hükümetimizin yargıda yapmaya çalıştığı değişiklik yargıya müdahale değildir. Yargıdaki illegal örgütlenmeye yöneliktir" diyerek, halka işin aslını anlatmaya, onların güvenine asla halel getirmeyeceklerini ifade etmeye çalışıyor. Diğer yandan da Hükümet'e, ailesine ve kendisine yapılan saldırılara karşı mücadele ediyor.
***
İki gün önce GYV yönetimi, Cemaat hakkındaki iddiaları yalanlamak hem de Başbakan'ın Grup Toplantısı'ndaki konuşmasına cevap vermek için basının karşısına geçti.
Mustafa Yeşil, güzel güzel anlatıyordu. Şöyle diyordu mesela: "Siyasi dilin kutuplaşması, ötekileşmesi, kamplaştırması bizim açımızdan endişe verici kaygı verici. Fırsat bekleyenlere altın tepsi içinde fırsat sunmaktır."
Yeşil'e sormadan edemiyorum; 17 Aralık'tan bu yana Cemaat basınının ötekileştirici, kışkırtıcı diline hiç baktınız mı? Hele sosyal medya? Tam fecaat. Öyle Cemaat sempatizanlarından filan bahsetmiyorum. Bizzat cemaatin yayın organlarında yazan, çizen isimlerin dehşete düşüren mesajları şoke ediyor herkesi.
"Hukuku askıya aldığınız ülkede ifade özgürlüğünüz gider, barış tehlikeye girer" diyen Yeşil, 2. Dalga operasyonda, mühürlü 25 çuval belgenin hiç açılmadan, okunmadan, aralarında işadamlarının da olduğu 41 kişinin tutuklanmak istemesiyle ilgili neden konuşmuyor?
"Biz o savcıları tanımıyoruz" da demesinler. Kendileriyle "ilgisi olmayan" Emniyetçileri ve savcıları 24 saat ölümüne savunduklarını izliyoruz çünkü.
***
GYV yönetimi "Peki bu nasıl hukuktur?"diye de soruyor mu acaba?
"Cemaat almak üzerine değil vermek üzerine işler. Vermek üzerine işleyen bir çete gördünüz mü hiç?" diye soran GYV üyeleri, neden hiç "İHH almak üzerine mi kuruldu ki Cemaat basını İHH'yı El Kaide ile irtibatlıymış gibi göstermeye çalışıyor?" sorusunu neden sormaz?
AK Parti ve tabanına yönelik toptan bir anlayışla "Hırsızsınız!" diyenlerin karşılığında "Haşhaşi" sözünü duyduklarında da kızmadan "empati" yapması gerekiyor.
"Dershane"den, "Fişlemeye", "MİT"ten "İHH"ya geldiğimiz bu savaşı sahi kim başlatmıştı?