Kütüphanemdeki eski kitaplarımı karıştırıyordum. Artık kapanmış bir yayınevi olan Om'dan çıkan güzel bir kitapta, aşağıdaki cümlenin altını çizmişim:
"Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır."
Bu sözcükleri 1982 yılında Vermont Üniversitesi'nde verdiği bir konferans sırasında, Michel Foucault söylemiş. Kendisine giydirilmeye çalışılan çok sayıda kimlikle ilgili bir soruya yanıt veren Foucault, "Aslına bakarsınız, tam olarak ne olduğumu bilmem gerektiği kanısında değilim." diyor.
***
Ardından da yukardaki minik cümlede, 'yaşamın ve çalışmanın temel amacı' üzerine, insanı derinlemesine düşündürüyor. Foucault, belki de 20. Yüzyılın büyük düşünürlerinden sayılabilir.
Bir zamanlar söyledikleri, dönemin 'söylenmesi sınırlananlarıyla' temelden çeliştiği için, baldıran zehiriyle ölüme mahkum edilen Sokrates de, Eflatun'un aktardığı ünlü savunmasında şöyle demiş:
"Mal-mülk edinmekten, şan ve şerefi çok önemsemekten utanmıyorsunuz, ama kendi kendinizle, yani 'sağduyu, gerçek ve ruhun kusursuzlaşması' ile ilgilenmiyorsunuz."
***
Aynı konferansta, Sokrates'e gönderme yapan Michel Foucault da, çok temel bir soru sormuş:
"Herhangibir şeyden vazgeçmeyi istemesi için, kişinin kendi hakkında bilmesi gereken nedir?"
İşte antik Yunan'da bu soruların tümüne verilen yanıt; "kendine dikkat etmek", "kendinle ilgilenmek" olarak adlandırılıyordu. Çünkü kişi ancak bunu uygularsa, kendine özen gösterirse, kendini tanırsa, kendini bilebilirdi.Yani Delfi Tapınağından yansıyan "kendini bilmek" ilkesine giden yol, kendine dikkat etmekten ve kendini tanımaktan geçiyordu.
***
Sonuçta "kendinle ilgilenmek" kuralı, kendini bilmeye giden yolda, yaşama sanatının temel kuralıydı. Nedense günümüzde bu kavramlar unutuldu; ya da hep üstü örtülü durumda ve hep kazılarak keşfedilmeyi bekliyor. Belki de tersi yaşansaydı, onlar değerli olmaktan çıkardı.Sıradanlaşırdı. Yine de 'insanın kendi ruhuyla ilgilenmesi' günümüz için gizemli bir tanım sayılabilir. Ama Epikür bile asırlar önce, kişinin kendi ruhuyla ilgilenmesi için, asla çok erken ve asla çok geç olmadığını söylemiş.
***
İnsanlar doğal olarak, hep anlamaya çalışıyor. Aslında bunu başarmak için en önemli yol; neden anlamak istediğimizi öğrenmek değil mi? Bunu öğrendiğimizde, daha iyi anlayabiliriz.Belki de Sokrates'in dediği gibi; "Hiçbir şey bilmediğimizi bilmek" hakiki bilgiyle tanışmanın ilk adımı.
Acaba öyle midir? Belki bunu da bilebilmek için, insanın 'kendini bilmeyle' ilişki kurması gerekir. Kendimizle, ruhumuzla ilgilendiğimizde, bilmenin sınırlarının, aslında çok farklı olduğunu mu anlayacağız. Bilmem... Hiç...
***
Psikoloji, ruhsallık, kültürel alanlarda eserler vermiş Amerikalı İdris Şah (1924-1996) sufilikle de yakından ilgilenmişti.
İdris Şah'ın 'olmak' başlıklı anlatısı:
Bir yanda:
Bir insanın bilmek istediği ve olmak istediği var.
Diğer yanda:
Bir insanın bilebileceği ve olabileceği.
Bu sınırlamalardan kurtulun ve insanlar size istediğiniz her şeyi verecektir.
Onları onaylayın ve o zaman gerçek bencilliği sergilemiş olursunuz: Gerçeği söylemek.
***
İdris Şah'ın güzel bir anlatısına daha rastladım. Demiş ki:
Alınabilecek bir şey veriyorsanız, aslında vermiyorsunuz demektir.
Size verileni alın, verilmesini istediğiniz şeyi değil.
Size verileni alın:
Alınamayacak şeyi verin.
***
İnsan zaten, kendisine verileni alıp, alınamayacak şeyleri ötekine vermeye başladığında, kendisine bir aynadan yalınlıkla bakarak; kendisiyle ilgilenip, kendisini tanıyarak; kendisinin ne olduğunu bilmeye başladığında; büyük bir adım atmış olur. Belki öğrenir, arınmak ve güzellik boşluğunda...