Hayatın anlamlı her adımından geriye dönüp bakarsanız hem hüzünlerin hem de umulmadık zamanlarda kucaklaştığınız sevinçlerin, birbirine çok yakın anlarda yaşandığını görürsünüz.
Hayatın, insana garip bir ders veriş biçimidir sanki bu.
Aradıklarını bulmak için, uçsuz bucaksız çöllerde, hiç bıkmadan yürüyen insan; aslında bu çöllerin bir gezginidir sadece.
Evet bir şeyler arar insan...
Gün gelir bulduğunu sanır aradıklarını.
Ama bitmez arayışları. Bulduğunu sandıklarında ise insanlar; neyi, nerede, ne zaman, nasıl bulduklarına bağlıdır yanılsama yaşamamaları. Çünkü insanın arayışı, sadece çok daha iyi bir yaşam, zenginlik, daha çok kazanç, daha çok para, daha çok lüksten ibaret değil.
***
Zaten bunların tümüne de kolaylıkla sahip olanlar; nedense hayatın kendi içindeki gizli adaletin kurbanı oluverirlermiş gibi, derin mutsuzlukların koynunda tüketirler ömürlerini.
"Bunlardan ibaret değilmiş hayat" dediklerinde ise; belki de çok geç olmuştur:
-İşte geliverir istasyonun son durağı.
Çocukken 10 yaş penceresinden hayata baktığımızda, 20 yaş ve büyümek, çok uzak bir ihtimal gibi görünürdü gözümüze. Tam da 20'sinden baktığımızda,
"35 yaş yolun yarısı", o kadar uzaktaydı ki hissetmezdik bile bunu. Oysa zaman akar, bir nehrin suları gibi bir çırpıda. Ve bir çırpıda ulaşılır; kırklara, ellilere, altmışlara. Sonrasında, oyunun son perdesine de, inanın bir çırpıda.
Aslında bütün mesele belki de insanın kendisini arayışında bu hayatta.
Sıradan olmamakta, hayata değer ve anlam katabilmekte belki.
Sonuçta yaşananlar dışında; hiç gidilmemiş ülkeler, hiç düşünülmemiş ayrıntılar, hiç yaşanmamış sevgiler, hiç dokunulmamış aşklar, hiç edinilmemiş bilgiler, okunmamış kitaplar, yarım bırakılmış hikayeler de kalacaktır, mutlaka geride.
***
Büyük Rus yazarı Tolstoy'un
"İtiraflar" adlı yapıtını yeniden gözden geçiriyordum birkaç gün önce. Savaş ve Barış'ın, Diriliş'in bu büyülü yazarı, koca bir ömrü boyunca; kendisini, inançlarını, insana ait bütün değerleri sorguladı.
Bunu bir kez daha gördüm
"İtiraflar"ını yeniden okuyunca.
Hayatın ve hayatının anlamını arayışı, ömrü boyunca hiç bitmemiş Tolstoy'un.
Çevresindekiler bile şaşkınca izlemiş O'nu...
İçindeki kasırgaları, kuşkularını...
Oysa Tolstoy düşünce ile inanç arasındaki ince çizgide yürümüştü her zaman
Ve düşündüğü gibi yaşamayı tercih etti... Çiftlik sahibi, aristokrat, zengin Tolstoy; yoksullarla paylaşarak, onların yaşamında aradı yıllarca kendisini, insanın vicdanını. İnsanın saflığını aramak, bulmak; varoluşumuzun anlamını kendi ruhunda inşa etmek istedi
Tolstoy. Sonra günün birinde 82 yaşındayken, terketti öz evini. Ama hasta gövdesi uzun yolculuklara dayanamadı. Ve o kocaman yazar, evinden kaçarken, bir tren istasyonunda, bir bankın üzerinde tek başına karşıladı ölümü. İçindeki fırtınalarla, tamamlanmamış yalnızlığıyla birlikte öldü belki Tolstoy.
***
İşte kaçınılmaz son. Yani ölüm. Şöyle bir bakıyorum da; sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bir hoyratlık içinde yaşıyor insanlar. Yaşamın kısa ama değerli bir yolculuk olduğunu çoktan unutmuş gibi günümüz insanı.
Oysa insanın yanı başında ölüm. Birden geliveriyor ve hiç itiraz kabul etmiyor.
Düşünüyorum nasıl da;
"Ölüyorum Tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum Tanrım.
Ama, ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın..." diye yazmıştı şair Cemal Süreya; ölümünden kısa bir süre önce, sanki öleceğini biliyormuş gibi.
Ünlü İngiliz Şair John Gay'in (1685- 1732) mezar taşında ise
"Hayat bir şaka ve her şey bunu gösteriyor" diye yazıyormuş. Hayat bir şaka mı gerçekten, ya da bir rüya!
Ve John Gay'in dizelerinin devamı da şöyle:
"Diye düşünürdüm bir zamanlar ama şimdi biliyorum."
Belki de bizler bir şakayız hayatta!
Mesela koca Tolstoy, ölmeden önce bunu anlamış mıydı acaba?