Mimardı, ressamdı, hikayeler de yazdı. "Mimarlığı yaşamak için yaptım. Resmi her zaman sevdiğim için yaptım" diyecekti. Roman yazmayı hiç düşünmemişti, şiiri ise çocukluğunda deneyecek, "Benim işim değil" bahanesiyle bırakacaktı. Ölümünden çok kısa bir süre önce Fenerbahçe'deki evinde yaptığım konuşmada hikaye yazmasını ise şöyle açıklayacaktı: "Bazı şeyler vardır, resmini yapamıyorsun. İşte o zaman hikaye geliyor. Resmini yapmadığım şeyin hikayesini yazıyorum." Kuş ve güvercinlerle bezediği resimlerine, hikayelerine, mimari yapılarına imzasını "Cihat Burak" olarak bıraktı. Sanat tarihçisi Sezer Tansuğ, Burak'ın resimlerini şöyle değerlendiriyor: "Çağdaş Türk resim sanatının tasarım boyutlarını genişleten Cihat Burak, kentsel düzenin değişim süreçlerini yaman bir gözlemci olarak izliyor ve demografik sorunların kent kültürüne getirdiği popüler gevşeme karşısında sıradan ölçütleri aşan bir aydın performansı gösteriyor. Osmanlı kültür biçimlerinin Bizans sonrası öğelerle kaynaşarak oluşturduğu kentsel ortam zevklerinin hırpalandığı tüm aykırı popüler koşullar, Cihat Burak'ın eleştirel bir karşıtı araştıran biçimsel fantezileriyle karşılanabiliyor." Fenerbahçe'deki evinde o son konuşmamızda, balkonda kapısı açık, ahşap, boş bir kuş kafesi vardı. Üstat da o sıralar, kuşlara duyduğu sempatiden dolayı seramikten kuşevleri yapıyordu. "Bu kafesin kuşu nerede?" diye sorduğumda, "Onun kuşu yok, hiç olmadı" demişti. Eski bir tarihte, 1967'de o ahşap kafese kuş almak için Bursa'ya gitmiş... "Kuş satıcısı, kuşbaz İsmail, kuş gibi olmuştu. Sanki gagası vardı. Suratı kuşa benziyordu. Ondan iki kuş almıştım, fakat zamanla öldüler. Bir daha da kuş almadım" diye anlatmıştı. Resimden, yazdıklarından, yaşadıklarından da söz etse, satır aralarına mimarlık deneyimlerinden bir görüş ve gözlem sızardı mutlaka... "Bak" demişti bir gün, "Beyazıt meydanı ne güzeldi havuzuyla. Kız gibidir meydan, bir bozuldu mu bitti artık. Bir daha yapamazsınız". Bu söyledikleri, önümüzdeki yerel seçimlerden sonra belediyeleri teslim alacakların kulaklarına küpe olur mu? 8 Ağustos 1915'te İstanbul Aksaray'da dünyaya gelmişti. 3 Mart 1994'te resimleri ve hikayeleriyle birlikte anılarını da bırakarak ayrıldı aramızdan... Ölümünün 10. yılı vesilesiyle de 13 Mart 2004 Cumartesi günü Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu'nda Bertan Onaran, Haşim Nur Gürel, Ömer Uluç ve Zeynep Sayın'ın konuşmacı olarak katıldığı bir toplantıda anıldı. Bu hatırşinas "söyleşi" dışında resimleri de bir kez daha sergilenemez miydi? Şimdi o da Yahya Kemal'in işaret ettiği üzre, birçok seneler geçse de adını bu 'ölümlü' dünyada bırakarak o 'ölüm ülkesi'ne yaptığı 'sefer'den dönmeyenlerden... Anısına saygıyla...