Amerika'da seçim heyecanı kızıştı. Ve her zaman olduğu gibi medyayı alabildiğine kullanan, çok çeşitli reklam ve tanıtım tekniklerini bir araya getiren görkemli bir panayıra dönüştü. Demokrasisinin temel öğesi şeffaflık olan bir toplum ABD... Ama her şeye karşın, dünyanın geri kalanından uzak dev bir ada olmanın getirdiği, en hafif sözcükle tuhaf adetleri de var. Zaman zaman izlediğimiz Oscar vb. törenlerdeki "kırmızı halı"lara yansıyan bir tür görmemişlik veya gösterişçilik gibi...
Aynı şey, daha büyük boyutlarda seçim dönemlerinde de oluyor. Ve adayların yalnız kendisi değil, tüm çevresi, başta eşleri, sonra çocukları, tüm akraba ve taallukatları, kedi, köpek ve papağanları da kamuoyu önünde teşhir ediliyor. Ve artık özel hayat diye bir şeyin kırıntısı bile kalmıyor.
Eşler elbette çok önemli. Hemen ön plana çıkıyorlar. Michelle Obama'nın her şeyini öğrenmiştik. Şimdi de Cumhuriyetçilerin adayı Mitt Romney'in eşi Ann'ı tanıyoruz. Michelle'den 15 yaş daha büyük, üstelik yıllardır çeşitli hastalıklarla boğuşmuş, Fransız edebiyatı uzmanı ve tam beş (erkek) çocuk anası Ann Romney, 63 yaşına karşın hâlâ çok alımlı. Kameraların önünde her sözcüğün hakkını vererek "This man is not going to fail- Bu adam başarısız olmayacak" derken, ona güvenini ifade ediyor. Biraz önce de Michelle Obama kameraya "Ben evlendiğimde onun misyonunu biliyordum" derken, benzer bir güveni göstermiyor muydu? Eşlerin evde oturmak yerine en aktif biçimde kampanyaya katılmaları ve habire kocalarını övmeleri de tipik bir Amerikan geleneği. Oysa zavallı Sarkozy'nin ilk eşi, tam da başkanlığın eşiğinde, kocasını bırakıp yeni sevgilisine kaçmamış mıydı? Özel yaşamını "first lady"liğe feda etmek aklına bile gelmemişti.
Bu magazin edebiyatı bir yana, asıl yazmak istediğim şu: birçok Amerikalı için bu seçimler çok önemli. Çünkü Obama gibi bir "karaderili"den kurtulma fırsatı bu... Siz sanıyor musunuz ki başta dev Teksas birçok tutucu eyalette, bu değişim normal karşılandı? Daha yüzyıl önce adı konmamış olsa da hâlâ köleleri olan, Hollywood'daki tüm zenci kimlikleri uşak- hizmetçi- dadıdan öteye gitmeyen...
Hattie MacDaniel 1939'da Rüzgâr Gibi Geçti'deki rolüyle (elbette dadıydı!) Oscar kazanınca birçok yerde protesto gösterileri yapılan, daha 1960'larda başta Mississipi tüm Güney eyaletlerinde, Klu Klux Klan adlı ırkçı örgütün zencileri katlettiği bir ülkede, bu değişim kolay mı? Gerçi daha erken yıllarda bile Louis Armstrong, Ella Fitzgerald, Nat King Cole veya Billie Holiday dinlenir, plakları peynir-ekmek gibi satılırdı. Ama onlar bile her yere giremezler, beyazlarla ayni otobüse binemezler, toplumun kıyısında fazla gözükmeden yaşamaya mahkûm sayılırlardı.
Bence bu seçimin en önemli yanı bu: o büyük değişimin devam etmesi veya eskiye dönülmesi. Kararı elbette Amerikan halkı verecek: hiçbir ülkenin iç işlerine karışmak haddimiz değil!.. Ama kendi adıma, Obama'nın bir kez daha kazanmasını istediğimi söylemeliyim. Irkçılıktan çok çekmiş ve hâlâ da çeken bir halkın çocuğu olarak, böyle düşünmem doğal değil mi?