Türkiye'nin gündemi nasıl hızlı değişiyor!.. Belki birkaç temel sorun -Suriye'den Kürt meselesine- yeni gelişmelerle de olsa hep gündemde kalıyor. Ama onun ötesinde toplumun ilgisi, hemen her gün doğal veya çoğu zaman yapay biçimde yaratılan gündelik ve çoğu zaman magazinsel sorunların peşine takılıp gidiyor. Ve bu güdük tartışmalardan geriye pek de bir şey kalmıyor.
Bunlardan biri Yüksel Aytuğ'un "olimpiyatlardaki kadın" teması üzerine farklı bir görüş getiren yazısı oldu. Ve kıyamet koptu.
Sevgili Yüksel'in bu soruna -aslında kadınlara ilişkin her türlü soruna- yaklaşırken yeterince dikkatli ve ihtiyatlı davranmaması elbette bir hata. Unutmayın ki Hıncal Uluç gibi usta bir yazar bile yakın zamanda benzer bir yazısı nedeniyle linç kampanyasına malzeme olmuştu.
Elbette o klasik kadın hassasiyetinden, feminist eylemin bizde de güçlendiğinden veya hanımların kendilerine toz kondurmama tavrından söz edilebilir. Hele benim gibi Yüksel'in o yazıda daha çok mizah yaptığını, ama bunun anlaşılmadığını düşünüyorsanız... Yine de kadınlara kulak vermeli, bu tepkilerinin ve onun ardındaki duyarlılığın yüzyılların birikimi olan bir erkek-egemen tavırdan, bir maço kültürden ve bunların getirdiği ezilmişlikten kaynaklandığını anlamalıyız. Sanmayın ki ikisi kadınlardan gelen son üç Olimpiyat madalyası, bizi kadınlara daha saygılı hale getirecek. Hayır, biz yine onları dövüp sövmeye, ezip kovalamaya, öldürüp atmaya devam edeceğiz. Bu ülke ve tüm ülkeler kadına karşı çok daha saygılı ve şefkatli olmayı öğrenene dek, biz maço olmamaya çalışan aydınlara da kadın konularına yaklaşırken çok dikkatli olma görevi düşüyor. Dikkat kadın var, cıss!
Bir diğer konu da İstiklal Marşı konusu. Fantezileri kovalamaktan biraz yorulmuş olması gereken bir yazar, niçin bizim mili marşımız Samanyolu olmasın dedi diye tartışma başladı.
Kendi adıma sordum: sahi niye olmasın? Ben ki, artık karaborsaya düşmüş olan "Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar" kitabımda, koskoca bir 20. yüzyılın en popüler olmuş Türk Pop Parçası olarak Samanyolu'nu seçmişim. Hemen şu anda hastanelerde çok zor günler geçiren, şarkının yaratıcısı Berkant'a şifalar dileyeyim. O şarkı yalnızca bizim gönüllerimize ebediyen yerleşmekle kalmadı, dışarı da açıldı. Ve Oh Lady Mary adıyla Patricia Carli ve David Alexander Winter tarafından da söylendi. Niye olmasın?
Ama sanırım olmaz. Çünkü öncelikle Mehmet Barlas'ın yazdığı doğrudur: Bu vals temposunda bir şarkı. Dolayısıyla, belki Avusturya'ya yakışır (ki onlar da pekala Johann Strauss'un bir valsini milli marş yapabilirlerdi). Ama bize uymaz. Ayrıca istendiği kadar prozodi güçlüklerinden ve ses iniş-çıkışlarından söz edilsin... Bu beste sözleri ve melodisiyle halkımızın belleğine yerleşmiştir, oradan çıkarmak özel bir güç ister. Ne gereği var?
Neyse, bu yeni haftanın konuları bakalım neler olacak?..