Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Osman Seden filmleri ve New York

İlginç bir Amerikalı sinema adamı, geçen hafta İstanbul'daydı. Columbia Üniversitesi profesörü, sinema tarihçisi ve saygın New York Film Festivali yöneticisi Richard Pena dostumuz, (İspanyol asıllı olduğu için 'Penya' okunuyor), Kasım 2011'de, festivali içinde yapmayı tasarladığı kabaca 20 filmlik bir Türk sineması tarihi retrospektifi için gelmişti. Yanında New York'un geleneksel Türk filmleri festivali Moon and Stars'ta (gönüllü olarak) çalışan, aslında Koç grubunun ABD şirketi yöneticilerinden Nur Emirgil Hanım'la birlikte...
İki kez bir araya gelip filmleri konuştuk. O ayrıca Bilgi Üniversitesi'nde Fatih Özgüven'le birlikte eski Türk filmleri seyretti, Mimar Sinan Üniversitesi'nin Sinema-TV bölümünü ziyaret etti, Beyoğlu'ndaki dükkânlardan Türk filmi DVD'leri aldı. Ve gençlerin pek sevdiği deyimle "mutlu mesut" döndü.
Bu arada beni şaşırtmaktan geri kalmadı. Örneğin izlediği Ekmekçi Kadın melodramına bayılmıştı, benden yönetmeni Zafer Davutoğlu hakkında bilgi istedi! Ayrıca Fehmi Yaşar'ı sordu: 80'lerde tek bir film yapan (ama ne film: Camdan Kalp), sonra sinemayı tümüyle bırakan yönetmenimiz. Yani burada artık kimselerin hatırlamadığı isimler. Şu sinema yazarları ne tuhaf oluyor. Sanki hepsinde fil belleği var!
Ona, Davutoğlu'nun Osman Fahri Seden'in çömezi olduğunu söyledim. Ama zaten Seden'i de merak ediyor, onun ünlü Düşman Yolları Kesti'sini göstermek istiyordu. Ben de "Bkalım bulabilir miyiz"' cinsinden laflar ediyordum. Çünkü Türkiye'de istediğiniz filmi değil, ancak bulduğunuz filmi alırsınız. Öylesine yakıp yıkmışızdır, eski filmlerimizi...
Tam o günlerde eve gelen bir paketten üç tane Osman Seden DVD'si çıkmaz mı? Düşman Yolları Kesti, Namus Uğruna ve Sokak Kızı. Ne kadar şaşırdığımı tahmin edersiniz. Zamanlaması benim için müthişti. Kanal D Home Video, Seden filmleri çıkarıyordu, arkası da gelecekti. (Sırada Atıf Yılmaz filmleri de varmış). Böylece sürekli "Ah Yeşilçam vah Yeşilçam" deyip timsah gözyaşları döken bir toplumda, geçmişin bu önemli sanatçılarının eserleri ilk kez kamu tüketimine sunuluyordu. Ticari bir girişimle de olsa...
Ama ticari olmasının elbette sakıncaları vardı. Filmler, Batı'da yapıldığı gibi önceden onarılmamış, negatifleri dijital olarak elden geçirilmemişti. Bu nedenle, yer yer kötü durumdaydılar. Üşenmedim, üçünü de hızla izledim. Düşman Yolları Kesti'nin başı çok kötüydü: Sürekli geçen lekeler... Ama sonra düzeliyordu. Bu mini başyapıtı izlemek çok zevkliydi: Sadri (Alışık) ve Eşref (Kolçak) ne kadar yakışıklı, Nurhan Nur ne kadar güzeldiler... Gece sahneleri Hollywood'u aratmayacak kadar ne iyi işıklandırılmıştı. Ve tempo ne kadar muazzamdı... Diğer iki filmde de yer yer ciddi bozulmalar vardı, ama yine de yeterince keyif veriyorlardı. Ancak yabancılar bu halde izler miydi, New York sinefilleri buna katlanır mıydı? Orasını bilemiyorum.
Elbette Kanal D'yi yine de kutlarken, gönül bu işlerin daha bilimsel olarak yapılmasını, işin içine devletin ve biraz da özel sektörün girmesini, sponsor aranıp bulunmasını diliyor. Türk sinemasının böylesine ilgi gördüğü ve her yerden talepler geldiği bir dönemde, değmez mi? Bakalım, Düşman Yolları Kesti, Üç Arkadaş ve diğerleri, New York'a hangi kopyalarla, nasıl gidecek?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA