Ülkemizde iktidar, muhalefet, genelkurmay, resmi kurumlar ve onları yöneten şahsiyetlerin basınla arası bir türlü "normal" olamıyor.
Başbakanlık, kendisini izleyen yazılı basın ve görsel medya temsilcilerinden 7'sinin akreditasyon kartını iptal edince, yani bunları "veto"layınca gazeteler kıyameti kopardı.
Ama özlendiği gibi " tek ses " halinde değil.
Bir kesim, "siz ne hakla basın özgürlüğünü kısıtlarsınız?" diye sordu.
Yine aynı kesim, "bu açık bir sansürleme girişimidir" diye şikâyetçi oldu.
Bir gazete "biz de veto yiyen arkadaşımız yerine yenisini önermeyeceğiz, bunu protesto ve boykot ediyoruz" dedi.
Buna "keşke bizim gazete de bu boykota katılsa" diyenler eklendi.
"Haydi arkadaşlar hep beraber Başbakanlığı boykot edelim" çağrıları duyuldu.
Bir başka kesim de haklı olarak celallendi.
"İyi güzel de, Genelkurmay yıllarca basının bir kesimine akreditasyon yasağı uygularken sizler acaba neredeydiniz?" sesleri duyuldu.
Yıllarca TSK yasaklarına karşı üç maymunu oynamış özgürlük fedailerinin iki ayrı standartla ortaya çıkmaları yerden yere vuruldu.
Bir kesim de hem başbakanlığın tavrını eleştirdi, hem de başta Genelkurmay olmak üzere birçok kurumun uyguladığı, haksız rekabete ve sağlıksız bilgi akışına yol açan, basının temel işlevinin altını oyan negatif ayrımcılığın altını çizdi.
Yine bu küçük kesim, gazetecilerin yalan ve sansasyonel haber düşkünlüğünü, onları yönlendirip yıllarca "fabrikasyon haber" yaptırdığı halde, hesap vermek veya istifa etmek, hatalı gazetecilere yaptırım uygulamak şöyle dursun, pişkin tavırla aynı oyunu oynamaya devam eden büyük editörlerin ahvalini gündeme taşıdı.
Sanki basının kendi içinde bir iç denetim ve yaptırım mekanizması kurması olanaksızmış gibi, aradan bir de fırsatçı sıyrıldı, uygulamada yanlış yapan veya meslek ilkelerini ihlal eden gazetecilerin, basın nezdinde hiçbir hükmü kalmamış "konsey"lerine şikâyet edilmesini, yani olmayan "meşruiyetlerinin" tanınmasını savundu.
Tablo hazin. Tam manasıyla ala Turka.
Deveye sorulan, "boynun neden eğri?" sorusu gibi.
Gazetecilere verilen sarı renkli basın kartının üzerinde "Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü" yazan bir ülkede yaşıyoruz biz.
İş daha buradan, gölgeli "bağımsız kimlik"ten başlıyor.
Hangi bağımsızlık?
Sonra: Hangi özdenetim?
Pis rekabet ve partizanlık, "ideoloji memurluğu", "resmi sadakat" uğruna, yalap şap, yalan haberlere zorlanan, hatalara alıştırılan muhabirlere acaba hangi kurum eğitim için özen gösterdi bu sektörde?
Gösterseydi, geçen haftaki gibi tartışmalı RTÜK brifinglerine gerek kalır mıydı?
Ayrıca haberde hangi ödül/ceza mekanizması kuruldu ve yürüdü?
Bozuk-çarpık haberciliği tescil edilen hangi sorumlu editör istifa etme erdemini gösterdi? Önce çıkarlarını gözeten patronlar bunlara göz yummuyor mu?
Mesleğin ortak ilkelerinde, endişelerinde kimler ne zaman buluşabildi ki?
Hal böyle iken, akreditasyon yasağı yüzünden ayyuka çıkan bu riyakârlık, bu "takım taraftarı gazetecilik" ortamında mangalda kül kalmıyor.
Ama olmuyor.
Riya ve tarafgirlik böler, parçalar. İktidarın her türlüsü karşısında büker, büzer, süklüm püklüm eder. Hizmetkâr ve düşman kılar. Yanındakine yapılan bariz haksızlığa ses çıkarmazsan, o da sana yapılana ses çıkarmaz.
AB raporu "asker sivil basına baskı yapıyor" der, sen işine gelen tarafını manşet yapar, ötekini gömersin. Sana yapılan kötüdür, öteki değil.
Boykotsa, mesela genelkurmayı boykot edemezken hükümete kafa tutarsan bu kez yanında diğer "mağdur"ları bulamazsın.
Didişir durursun. Atışır, bir de fırsat kollarsın.
Böyle sivil -asker- bürokrat iktidarına, işte böyle basın.
Bu yüzden itibarımız yerlerde sürünüyor.