28 Şubat günlerinde sağa sola bir levha asılmıştı. "Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır" diyordu bu levha. Başka özdeyişler de vardı ama dikkatimi en çok bu çekmişti.
O aylardan birinde bir akşam birkaç hayli üst düzey subayla kalabalık bir yerde bir araya geldik. En üst rütbeli olanı, öfkeli ve mağrur bir edayla medyaya verip veriştirmeye başladı. (Kızdığı) gazeteciler için, "bunlar önce Türk mü, yoksa gazeteci mi, karar verseler iyi olacak" gibisinden.
Araya girip kendisine o levhayı hatırlattım. Heyecanlandı. Dikkat kesildi.
"Bizim mesleğin nasıl en iyi ifa edileceği bellidir" dedim. "Evrensel ilkeleri vardır, bunları ne kadar iyi uygularsanız, işinizi o kadar iyi yapmış, dolayısıyla vatanınıza da o kadar iyi hizmet etmiş olursunuz. Bu yüzden önce Türk mü gazeteci mi diye sormanın pek bir anlamı yok."
Cevabım pek hoşuna gitmedi.
Terörün, şiddetin tırmanışa geçtiği her dönemde o generalin sorusunun büyüsü ortalığı kaplar. O soruya cevap vermeye kalkan gazeteciler de çıkar.
Oysa asıl mesele, bizler kadar okurların da anlaması gereken soru, şudur:
"Toplumsal kargaşa, ülkeye tehdit dönemlerinde gazetecinin rolü nedir? Aynı mı kalır, değişir mi?"
Son dönemde, bazı okurlar gerek haberleri gerekse köşe yazılarını "ulusal çıkar", "yıpratmama" gibi kriterler üzerinden eleştirdiği ve yargıladığı için bu haftaki köşede, dünyanın en saygın gazetecilerinden birinin, tam da bu konu üzerine yaptığı bir konuşmadan parçalar sunacağım.
Kovach, New York Times'ın eski Washington Büro Şefi. Harvard'da Nieman Vakfı'nda yöneticilik yaptı. Mesleğin kalitesini artırmayı amaçlayan "Kaygılı Gazeteciler Komitesi'ni kurdu. "Gazeteciliğin Esasları" adlı kitabı, mesleki eğitimin İncil'i sayılır ("gazetecilik benim dinimdir" der). Şimdi üniversitelerde dersler de veriyor.
Kovach'ın metni, "gazetecilik ve vatanseverlik" üzerine yazılmış en iyi metin.
Dünya Ombudsmanlar Örgütü (ONO) kongresine tebliğini kısaltarak sunuyorum.