İçinde bulunduğumuz zaman dilimine "Bilişim Çağı" deniliyor. Bu çağın gerçek efendisi ve yönlendiricisi ise "Tüketici"dir. Bunu kanıtlayacak bir örneği iletişim teknolojisi ürünlerinin, tüketici taleplerine göre şekillenmesinden verebiliriz.
Mesela "Telefon"a ve GSM cep telefonlarındaki gelişmelere bakın.
Telefon konuşarak iletişim kurma aracı olmanın dışında her türlü hizmeti tüketiciye sunan bir araca dönüşmekte değil mi? Cep telefonu olan herkes kendini Ara Güler'le yarışabilecek ustalıkta bir fotoğrafçı olarak görmüyor mu mesela? Ya da bir gazetede her gün köşe yazmak imkânına sahip bir gazeteci bile, derdini cep telefonundan bir tweet atarak kamuoyuna anlatmaya çalışmıyor mu?
Film mi izlemek istiyorsunuz, YouTube'dan bir konser kaydına mı gireceksiniz, Google'dan bilgi eksiğinizi mi gidereceksiniz, hangi caddenin tıkalı olduğunu mu merak ediyorsunuz?
Telefon bütün bu hizmetleri sunmakta.
Graham Bell şaşırırdı
Eğer ruhsal yapınızda "Teşhircilik" varsa, telefon ile bu dürtünüzü tatmin edebilirsiniz. Ya da "Röntgencilik" yaparken, gizlice kayda aldığınız görüntüleri sosyal medyaya verip, bunları herkesle paylaşabilirsiniz.
Telefonu icat eden Graham Bell bu durumu görseydi herhalde çok şaşırırdı.
Tıpkı iletişim teknolojisinde olduğu gibi, siyasette de çok yerleşik kavramlar, tüketicinin (veya seçmenin) beklentilerine dönük olarak nitelik değiştirmekte. Üstelik bu değişim dini inançlara bile yansımadı mı?
Papa bile sıkıldı
Papa Fransis'in "La Civilta Cattolica" gazetesinde yayınlanan söyleşiyi belki okumuşsunuzdur. Papa özetle "Artık eşcinselliğe, kürtaja ve doğum kontrolüne dönük takıntılarımızı bırakmanın zamanı geldi" diyordu bu söyleşide.
Belli ki bu takıntılara dönük yasaklar nedeniyle Katolik Kilisesi'nin cemaati azalmakta... Papa da, bu söylemi ile kendince zamanın ruhunu yakalamaya çalışıyor.
Uhrevi tartışılmazların bekçisi olan Vatikan'ı bile toplumdaki değişim böylesine etkilediğine göre, her şeyin tartışılabildiği dünyevi yaşamın bu değişimi görmezden gelmesi nasıl mümkün olabilir ki?
Siyaset de değişiyor
Örneğin "Cumhuriyet"ten bizim bugün beklediklerimizin, 1920'lerdeki veya 30'lardaki beklentilerimizle aynı olmaları mümkün müdür? Ya da "Siyaset" kelimesinin kökenine inip, toplumu bir sürü, siyasetçiyi de "Seyis" gibi görebilir miyiz? Veya "Siyaset Meydanı" kavramı ile "İdam Sehpası"nın ifade edildiği dönemler, artık tarih değil mi?
Siyasetin ve demokrasinin tüketicileri olan seçmenler, artık güvenlik ve istikrar kadar, özgürlüğü, bireyle devletin eşitliğini, farklılıkların kabulünü ve en önemlisi de mutluluğu bekliyorlar...
Belki bu gözlemlerimiz içinde bulunduğumuz coğrafya için lüks sayılabilecek tabloları içermekte. Ama telefonu ve teknolojinin ürünlerini gelişmiş dünyadaki gibi kullanıp, siyaseti ve demokrasiyi yüz yıl öncesindeki gibi yorumlamak, daha ne kadar sürdürülebilir?