Madem Nasrettin Hoca'nın kadılık yaparken her farklı iddia sahibine "Sen de haklısın" demek şeklindeki yaklaşımından yola çıktık, onun bir başka yaklaşımını da hatırlayalım bugün.
Nasrettin Hoca'ya bir dostu " Kaç yaşındasın" diye sormuş. Hoca "40 yaşındayım" diye cevap vermiş. Bu cevaba şaşıran adam "Ama 20 yıl önce sorduğumda da 40 yaşında olduğunu söylemişin" diye itiraz edince Hoca gülmüş,
-Erkek adam dün ne söylüyorsa bugün de aynı şeyi söyler, demiş.
Hoca'nın bu yaklaşımı, bizim "Demokrasi", "Özgürlükler" ve "Eleştiri" benzeri kavramları ele alma biçimimizin değişmezliğini de açıklayabilir.
Turgut Özal için yazılan ve seslendirilen eleştirilerden Özal'ın adını çıkartıp onların yerine Tayyip Erdoğan'ın adını koyun, bazı erkeklerin 20 yıl önce söylediklerini bugün de aynen tekrarladıklarını görürsünüz.
Halk cahil midir?
Bu tür erkekçe yaklaşımların değişmez niteliği de, sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunun düşünülmesidir. Bu yaklaşımda yapılan hizmetler hiç görülmez.
Çoğunluğun bir partiyi ve bir lideri oylarıyla desteklemesinin nedenlerine bakılmak yerine "Cahil halk ne yaptığını bilmez ki" diye bakılır olaya.
Oy verdikleri partiler seçimde yenildikleri zaman o seçim meşru kabul edilmez, kazanan parti "İşgalci" olarak nitelenir.
Kenti bölen suların üzerinde sayısız köprülerin bulunduğu New York'a, Roma'ya, Paris'e hayranlık duyulur. Ama Boğaz köprüleri İstanbul'a kurulan tuzaklar olarak görülür.
Demokrasinin karar merkezinin seçim sandığı olmadığını savunan kesimlerin erkekliğin değişmezliğini kanıtlamak için 1970'lerdeki "Kurtarılmış bölgeler"i, 21'inci yüzyıl İstanbul'unda aradıklarını da görebilirsiniz.
İktidar da çileden çıkar
Bu erkekçe değişmezlik seçimle iktidar olanları da çileden çıkartır.
İktidarlar da bu kavram kargaşasında, eleştirenlerle kendilerine düşman olanları aynı safta görürler.
Seçim sandığı yerine kurtarılmış bölgelerden ve sokak eylemlerinden medet umanların kargaşayı anarşi çizgisine taşıdıkları anlarda, öz-eleştiri bile düşmanca eylem biçiminde algılanır.
Alınacak kararlar topluma anlatılıp benimsetilecek yerde "Ben yaptım, oldu" biçiminde sunulur.
Bütün bu durumlara bakarak "Demokrasimiz kaç yaşında" diye soranlara bugün de 40 yıl önce olduğu gibi "Demokrasimiz ergenlik çağının arifesinde" cevabını verebilirsiniz.
Geçiş dönemi mi?
Askeri darbe rejimlerinin bulunduğu yıllara "Geçiş Dönemi" denilmesini hatırlatan bir siyasetçi "Galiba asıl geçiş dönemleri seçilmişlerin iktidar olduğu yıllardır" demişti ya bir zamanlar.
Vesayetçi demokrasinin olmadığı bu dönemde kendilerini cuntaların yerine koymaya heves eden ve kendilerini "Halk" olarak sunanların, Türkiye'yi yeni bir "Geçiş Dönemi"ne sokmaları acaba mümkün mü?
Ama hiç unutmayalım... Davranışlar ve yaklaşımlar değişmemiş olsa bile Türkiye de, dünya da, "Gerçek halk" da çok değişti. Yani bu kargaşanın arkasından mutlaka güzel günler gelecektir.
Çok seslilik anarşiye dönüşmeyecektir.
Nasrettin Hoca'ya "İnsanlar her sabah neden farklı yönlere gidiyor" diye sorulunca "Herkes aynı yöne gitse dünyanın dengesi bozulurdu" dememiş mi?