Dünya gerçekleri ile karşılaşıldığında, kutsanan bazı kavramlarla ilgili garip durumlar ortaya çıkıyor.
Bu kavramlardan biri de "Vatan sevgisi" değil mi?
Siyasetteki polemiklerde rakibe karşı söylenecek (veya söylenmeyecek) son söz "Vatan haini" değil midir?
"Vatanını sevmek" kavramının somut biçimde gündeme geldiğine Batı Alman takımı final maçında Macarları 3-2 yenerek 1954 Dünya Kupası'nı aldığında tanık olunmuştu 20'nci yüzyılda...
Savaştan yenik çıkmış ve ikiye bölünmüş Almanya'nın insanları için, bu kupayı kazanmak ulusal bir diriliş gibi algılanmıştı. Alman Ulusal Marşı, savaştan beri ilk defa kamuya ve dünyaya açık bir alanda çalınıyordu.
Ancak bütün Almanya bayram ederken, Hitler Almanya'sındaki ulusal coşkuları hiç unutamayan Batı Alman Cumhurbaşkanı Theodor Heuss (1884-1963) bu sevinç gösterilerini uzaktan izliyordu.
"Karımı sevmiştim"
Heuss'un bir sohbet sırasında "Ben ayak ile değil kafa ile kazanılan başarılardan mutlu olurum" dediği duyuluyordu... Kendisine "Sen vatanını sevmiyor musun" diye sorulduğunda da, iki yıl önce vefat eden eşini hatırlatarak "Ben karımı severdim" dediği kulaktan kulağa dolaşıyordu.
Bu "Vatan sevgisi" kavramı Fransız aktör Gerard Depardieu'nün servet vergisinden kaçmak amacıyla önce Belçika vatandaşı olmak için başvurması sonra da Rus vatandaşı olması ile bir kez daha gündeme geldi...
Kültürünün, sanatının, başarılarının kaynağı olan Fransa'yı yüksek vergi ödememek için terk eden ve kendisine Rus pasaportunu veren Putin'le kucaklaşan aktör hakkında, sayısız eleştiriler seslendirildi.
Bir yorumcu da "Vergi ödememek için bir diktatörlük rejimine sığınan utanmaz adam" olarak niteledi Fransız aktörü.
Bu arada Diderot'nun da Çariçe Katerina ile diyaloga girdiğini ve Rusya'daki özgür ortamı övdüğünü hatırlatanlar da çıktı.
Yeni kapitalizm
The New York Times'da yazan Vadim Nikitin "Depardieu Olayı"na farklı bir açıdan yaklaşmış ve meseleyi "Yeni kapitalizm" açısından ele almıştı.
Nikitin'e göre karmaşık ve pahalı demokrasilerden basit ve ucuz otokrasilere kaçmak, Batı'nın çokuluslu şirketleri için günlük bir uygulamadır. Fabrikalarını Çin'e, yönetim merkezlerini Birleşik Arap Emirlikleri'ne taşıyan şirketler bu gerçeğin örnekleridir.
Örneğin Apple Çin'e yatırım yaparak ucuz işçilikten, disiplinli çalışma hayatından ve işçi huzursuzluklarından uzak kalmaktadır.
Depardieu de aynı şeyi yapmış, hem düşük vergi oranlarından yararlanmak, hem de yönetime yakın olan azınlığın ayrıcalıklarına sahip olmak imkânını yakalamıştır.
Görüldüğü gibi Rus vatandaşı olmayı Fransız vatandaşı olmaya yeğ tutan Depardieu, gündeme vatan sevgisi dışındaki konuları da getirmiş bulunuyor.
Farklı durumlar
Örneğin özgürlükler, insan hakları ve demokrasi gerçekten pahalı bir yönetim tarzını mı gerektiriyor? Yönetim beceriksizliklerini yüksek vergi ile kapatmak, demokrasileri zayıflatmıyor mu?
Otoriter rejimler yabancı sermayeyi çekmek açısından demokrasiler karşısında haksız rekabet mi yapıyorlar?
Ya da daha iyi yaşam ve meslek koşullarına sahip olmak için "Beyin göçü"ne katılıp başka ülke vatandaşı olmayı seçenler de, "Depardieu Olayı"nı farklı açıdan sahnelemiyorlar mı?