Galiba sadece siyasetçilerin tutarlı olmalarını bekliyoruz.
Geçen akşam David Letterman'ın program konuğu kendisi de bir dönem Başkan adayı olmaya heveslenen milyarder müteahhit Donald Trump'dı.
Trump, Başkan Obama hakkında inanılması zor iddialar seslendiriyordu programda. Ona göre Obama Amerikan topraklarında doğmadığı için Amerikan Anayasasına göre Başkan olamazdı.
Amerikalı milyarder "Obama Amerika'da doğduğunu kanıtlayan belgeleri kamuoyuna açıklarsa, istediği hayır kuruluşuna hemen 5 milyon dolar bağış yapacağım" diyordu.
Obama'yı hedef almayı sürdürürken, Obama'nın izlediği siyaset yüzünden Çinlilerin Amerikan ekonomisini ele geçirdiklerini ve Çin'deki üretim yüzünden Amerikalıların işsiz kaldıklarını iddia etti.
Bunun üzerine David Letterman, Trump'ın kravatını işaret edip "Bu kravat Çin malı değil mi" diye sordu. Sonra fotoğraflarla Trump'ın çeşitli elbiseleriyle kullandığı kravatları da gösterdi ve "Bunların hepsi Çin malı" dedi.
Bloomberg örneği
O anda Trump'ın bütün iddiaları unutulmuş ve Çin'e karşı tutum seslendirirken sürekli Çin malı kravat kullanmasındaki tutarsızlık önplana çıkmıştı.
ABD'deki Başkanlık Seçimi önümüzdeki salı günü. Yani bugünü de katarsak sadece üç gün kaldı seçime.
Dün bu ülkeden "Tutarlılık"a örnek olacak bir açıklama da geldi.
Eski bir Cumhuriyetçi olan New York Belediye Başkanı Bloomberg "Ben bu seçimde Obama'nın yeniden Başkan seçilmesini istiyorum" dedi ve şunları ekledi:
"- Son Sandy kasırgası ertesinde Başkan Obama'nın iklim değişiklikleri karşısında izlediği siyasetin ne kadar doğru olduğu iyice anlaşılmıştır."
Ak ve kara değil...
Obama da "Bloomberg'le her konuda aynı görüşte olmasak da, günümüzün en önemli sorunlarında aynı çizgideyiz" diyerek bir başka açıklama yaptı.
Bu örnek sağlıklı bir demokratik ortamda siyasi tercihlerin "Ak ve kara" çizgisinde belirlenmemesi gerektiğini bize hatırlatıyor.
Bir siyasetçi veya bir siyasi parti ile her konuda uyuşmayabilirsiniz.
Ama bu onların tümden reddedilmesi, aşağılanmaları ve doğru icraatlarının da yok sayılması anlamına gelmemelidir.
Bu durumu medya dünyasına uyarlarsak, söylemek istediğimizi Alper Görmüş'ün Taraf'taki yazısında en doğru şekilde anlattığını söyleyebiliriz.
"Muhalif gazetecilik" ile "Eleştirel gazetecilik" arasındaki farkları irdeleyen yazısında Alper Görmüş şu noktalara parmak basmıştı:
Muhalif ve eleştirel medya
"(Muhalif gazeteler) tıpkı 'mücadele bültenleri' gibi, zaten iktidar muhalifi olan kalabalıkların yüreklerini soğutmada epeyce işlevsel olsalar da, iktidarı destekleyen ya da arada kalan toplumsal kesimlere hitap edebilmede başarısız kalmaya mahkûmdurlar.
Çünkü gerek tablonun bir bölümüne sayfalarını kapatmış olmasından kaynaklanan güven vermeyen pozisyonu, gerek kullandığı hırçın dil nedeniyle, toplumun bir kesimi bu türden gazeteciliğe karşı kulaklarını ve kalplerini kapatırlar.
Oysa eleştirel gazetecilik, bu türden zaaflarla malûl olmadığı için çok daha inandırıcı, çok daha etkilidir. Eleştirel gazeteciliğe yalnız toplumun 'muhalif' kesimleri değil, iktidarı destekleyen kesimleri de kulak verir."