Gerek bireysel yaşamdaki gerekse toplum hayatındaki davranışlara, sadece gerçekler ve koşullar yön vermez.
Bir de "Korkular" (fobiler) vardır davranışları yönlendiren.
Kişilerin davranışlarına yön veren korkulardan bazılarını hatırlayalım:
Yılan korkusu, örümcek korkusu, karşıdan karşıya geçme korkusu, uçak korkusu, yükseklik korkusu, köpek korkusu, karanlık korkusu, kalabalık korkusu, doktor korkusu, yıldırım korkusu, v.b.
İngiliz aktör Robert Morley'in (1912-92) bu konuyu derinine işlediği ve çevresine dönük anketlerle zenginleştirdiği bir kitabını (Fears) hatırlıyorum.
Bireysel korkular
Morley'in saptamalarına göre yerleşik düzene sahip aile fertlerinin korkularının başında "Boşanmak" geliyordu. Bunu "Hapse girmek korkusu" ve "Kalabalık karşısında konuşmak korkusu" izliyordu.
Morley'e göre "Ölüm korkusu" korkular listesinin ortalarında yer almaktaydı. Toplum yaşamını etkileyen korkuları ise biz Türkler yaşayarak öğrendik.
12 Mart 1971 askeri darbesine uzanan dönemde, toplumun belirli kesimlerinde "Komünizm Korkusu" vardı.
Buna göre Nişantaşı gibi varlıklı semtlerde kapıcılar bir gün üst katların kapılarını çalacaklar ve "Siz artık bizim bodrum katındaki odamıza geçiyorsunuz, biz sizin dairenize yerleşiyoruz" diyeceklerdi.
"Şeriat geliyor" korkusu
1979'da İran'da Humeyni yönetime el koyduktan sonra ise, Türkiye'de yine belirli kesimlerde "Şeriat geliyor" korkusu tırmanmıştı. 12 Eylül 1980 darbesi ile noktalanan bu dönemde belirli ailelerin ana hedefi Amerika'da yerleşip yaşamayı mümkün kılacak bir "Yeşil Kart"a sahip olmaktı.
Bunlar toplumun belirli kesimlerini etkileyen korkulardan bazılarıydı.
Kendilerini devletin ve rejimin sahipleri olarak gören ve "Cumhuriyet Muhafızları" olarak nitelenen oligarşi içinse bütün korkuların kaynağı "Çoğulcu demokrasi"ydi.
Son deneme
Cahil halk kitlelerine, yani Hasolara, Memolara yönetime katılmak hakkı verildiği zaman bunların ne yapacakları kestirilemezdi.
Bu oligarşinin beyinleri yıllarca en fazla toplumdaki "Şeriat geliyor korkusu"nu işlemeyi akla yakın buldular.
28 Şubat post-modern darbesi bu çizginin en son ve en çarpıcı eylem planını oluşturmaktaydı.
Ne var ki, "Siyasal İslam"ı da Türk demokrasisindeki akımlara dahil eden Necmettin Erbakan, ne İran'daki Humeynicilere, ne de Afganistan'daki Taliban'a özenen ve onları kendisine model alan bir siyasetçiydi.
O rejimin meşru sınırları içinde kendi siyasal görüşüne hayat alanı yaratmaya çalışan uzlaşmacı ve ılımlı bir siyasetçiydi.
Korkuların sonu
Ama Cumhuriyet Muhafızları bu gerçeği kavrayacak gözlem gücüne ve sosyoloji bilgisine sahip olmadıkları için, Erbakan'ı devirerek, kendi sonlarını hazırladılar.
Bu şekilde hem "Şeriat geliyor korkusu" Türk siyasetinin gündeminden silinmiş oldu, hem de vesayetçi demokrasi kendi ipini kendisi çekmiş oldu.
Böylece artık belirli kesimler de "Şeriat mı geliyor" korkusunu değil "Başbakan Erdoğan'ın sağlığı iyi mi" endişelerini yaşamaktalar.