Post-modern darbenin yıldönümünde en fazla tartışılan konu "Darbe sürecinde medyanın oynadığı rol" olarak şekillenmekte.
Bazılarımız da bu durumu "Medyadaki işbirlikçilerden hesap sorulacak mı" noktasına taşımaktayız.
Açıkçası bu hesap sorma sürecinin bir yerde noktalanması veya hukukun sınırlarında kalması gerektiğini düşünenlerdenim.
Türkiye kendi tarihi ve geçmişi ile elbet hesaplaşmalı.
Bunu bütün gelişmiş ülkeler yaptılar.
Hatta bu hesaplaşmanın altından kalkamayan Sovyetler Birliği gibi devletler, çöküp dağıldılar ve yeni oluşumlara da geçtiler.
Ama sadece dünü yargılayarak ve bitmez tükenmez bir hesaplaşmayı kan davası haline dönüştürüp kuşaktan kuşağa aktararak, sağlıklı ve istikrarlı bir siyasal yapıya kavuşmak da pek mümkün değil.
Yarına dönük yaşamak
Türkiye'nin bir noktada düne olduğu kadar yarına dönük yaşamaya başlaması da gerekiyor.
Geçmişe dönük ve yargıya intikal etmiş hesaplaşmaların uzaması durumunda, 1960'ların Yassıada Divanı'nı hatırlatan bir ortamı yeniden yaşayabiliriz.
Siyasetle hukuk iç içe geçer ve adalet yerine kamuoyunun o günkü eğilimlerinin ağırlık kazandığı bir hukuk sistemi egemen olur.
Farkındaysanız yakın geçmişte yaşadığımız askeri ve yargısal darbe teşebbüsleri ertesinde toplum bunları, gerek Anayasa referandumu gerekse genel seçimlerle geride bırakma kararı vermişti.
Toplumsal beklentiler yeni ve özgürlükçü bir Anayasa'nın yapılmasını işaret etmekteydiler.
Sanki bunlar yaşanmadı
Ama sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi bir hava var siyaset ve düşünce dünyamızda.
Dün ile uğraşmaktan bir türlü yarına dönemiyoruz.
Evet... 28 Şubat post-modern darbesinde seçilmiş siyasetçilerden bir bölümü de, merkez medya da, darbecilerin ajanları olarak çalıştılar.
Alçaklıklar ve siyaset pastasının paylaşımı "Rejim muhafızlığı" olarak sunuldu kamuoyuna.
Ama sonuç ortada.
Post-modern darbenin sivil toplum ayağı, tepeden tırnağa hem teşhir edildi, hem de bunlar rezil oldular.
Kan davası olmamalı
Seçmen de bu siyasi kadroları seçim barajının altında boğmadı mı?
Şimdi sıra darbesiz ve özgürlükçü bir siyasal yaşamın alt yapısının oluşturulmasındadır.
Kısacası bu "Hesap sorma" meselesini bir kan davasına dönüştürmekten kaçınmalıyız.
Hukuk ve yargı bu meseleyi yaymadan ve uzatmadan bir neticeye bağlamalıdır.
Ve Türkiye artık gerçek gündemine dönebilmelidir.