Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Eskisi gibi olmak da yaşamak da artık mümkün değil

Avrupa'nın karanlık Ortaçağ'ı yaşadığı dönemlerde İslam-Arap uygarlığı kendi rönesansını yaşıyordu.
Antik Yunan filozoflarının yapıtları Arapça'ya çevriliyor, matematikte, fizikte, astronomide büyük adımlar atılıyordu.
Henüz "Bab-ı içtihat" kapanmamıştı.
Bugünün en özgür düşüncesine taş çıkartacak felsefi tartışmalar din üzerinde de yapılmaktaydı. "Mutezile"nin söylemlerini bugün bile söylemek pek kolay değil İslam dünyasında.
Neden Avrupa ya da Hıristiyan Batı, gecikerek bu sürece girdi?
Sebep ortada.
Çünkü Hıristiyan inancı hâlâ antik Yunan'ın ve antik Roma'nın çok tanrılı inanç sistemlerinden ürkmekteydi. Eski yapıtları çevirip okumak, paganizme prim vermek ve Hıristiyanlığın altını oymak olarak görülüyordu.
Mesela bizim İstanbul'un Justinyen'i, antik Yunan'a ait kitapların okunmasını yasaklamıştı.
Arap-İslam rönesansı Abbasi devletinin otoritesini sarsan düşünceler üretmeye başlayınca içtihat kapısı kapatıldı ve 10'uncu yüzyıldan başlayarak İslam'ın Ortaçağı başladı.
Batı ise bu sırada Galile benzeri aydınlardan "Aydınlanma"nın işaretlerini almaya başlamıştı.
Üniversiteler, aydınlar ve kentliliğin ve kapitalistleşmenin yan ürünleri olan odaklar, Kilise dışında da düşünce üretilmesi gerektiğini söylemeye başlamışlardı.

Bizim bab-ı içtihadımız

Biz Cumhuriyet ile yeni bir sosyo-politik dünya görüşü ve yaşam tarzı içine girerken, bu süreçtekine benzer gelişmeler yaşadık.
Geçmişimiz, Osmanlılığı, dünyalılığı, gelenekleri ve inançları simgeliyordu.
Bunlar Osmanlı'ya iyilikler de kötülükler de getirmişlerdi.
Cumhuriyet ideolojisi bunları tartışmak yerine, bunları yok saymayı yeğ tuttu.
Yıllar önce okuduğum bir İngiliz yazarı Ankara'yı "Hititler'den Cumhuriyet'e atlayan ve aradaki dönemleri hiç olmamışlar gibi yok sayan bir bilim-kurgu müzesine benziyor" diye anlatmıştı.
Gerçekten de uzun bir dönem içimize kapandık.
Ne liberallik, ne sosyalistlik siyasete girebildi.
Latin alfabesine geçişle, Cumhuriyet kuşaklarının dedelerinin kitaplarını okumaları da imkânsız hale gelmişti zaten.
Osmanlı'nın dünya olayları içinde bulunmasının bu imparatorluğu sonunda çökertmesi, Cumhuriyet ideolojisini oluşturan kadroları içedönük bir siyaset ve düşünce yapısına itmişti. "Eski" ve "Yabancı" olan her şey, Cumhuriyet rejimini tehdit edebilirdi.
Kabul etmemiz gereken bir gerçek var.
Kuşaklar boyu böyle düşündürüldük, bu yapıya uygun eğitim aldık.
Sınırlarımızın yanı başındaki gelişmeler bile, çok uzak bir uydudaki bizi etkilemeyecek olaylar şeklinde izlendi.

Her şey değişti

Yanı başımızdaki Yunanistan iç savaş yaşadı, Balkanlar'da bir kuşakta iki kez rejimler değişti, Kuzeyimizde Sovyet İmparatorluğu çöküp dağıldı, Komünist Çin kapitalist oldu, Ortadoğu'da haritalar değişti.
Şimdi yeni bir dönemdeyiz.
Ne kadar "Biz bize benzeriz" desek bile, bizim dışımızdaki ülkelere hem benzediğimiz hem de onlardan etkilendiğimiz kesin.
"Türkün Türkten başka dostu yoktur" diye düşünsek bile, dünya konjonktüründeki değişikliklere göre dostlarımız da düşmanlarımız da oluyor.
Her alanda ve her konuda Cumhuriyet'in bab-ı içtihadı açıldı artık.
Tekerlemelerle, sloganlarla, klişelerle işi idare etmek ve dünyanın dışındaymış gibi davranmak da, yaşamak da mümkün değil.
Mesela "Afganistan'da bir şeyler oluyor" derken, "Afganistan'da Türk askerleri neden var" sorusunu sormadan olamıyor artık.
Veya "Amerika Kuzey Irak'tan sızmaları bize haber vermedi mi" diye sorarken "Amerika haber vermezse biz karanlıkta mı kalıyoruz" sorusunu da hatırlamalıyız.
İstesek de istemesek de hem dünya hem Türkiye değişti.
Dünyanın merkezi olmasak da, iyilikleri ve zorlukları ile dünyanın bir ülkesiyiz artık.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA