Çömlekçi çırağı ustasından her şeyi öğrendiğini zannedip, kendi tezgâhını açmış. Ama onun yaptığı bütün çömlekler bir süre sonra dağılıp toz oluyorlarmış.
Çırak ustasına gitmiş ve "Bana öğretmediğin bir şey mi var ki benim çömleklerim dağılıp toz oluyor" diye sormuş.
Usta fırından yeni çıkmış çömleklerden birini almış eline... Çömleğin bir noktasına doğru hızla üflemiş.
Sonra çırağına dönmüş, - Oğlum her çömleğin bir püf noktası vardır. Sen bunu gözden kaçırmışsın. Püf noktasına üflemeden, çömleğin kalıcılığını sağlayamazsın, demiş.
Bizdeki siyaset ile hukuk arasındaki ilişkilerin "Püf noktasını" da dün Etyen Mahçupyan bütün uzman çıraklara hatırlatmıştı.
Şöyle özetlenebilir bu...
- Türkiye'de seçilerek iktidar olan siyasi kadrolar "Demokratik Meşruiyet"e sahiptirler.
- Buna karşı otoriter zihniyetin, elitist tahakkümün ve askerî vesayetin iradesini temsil eden kadrolar "İdeolojik Meşruiyet"e sahiptirler.
Osman Can'ın önerisi
Siyaset-hukuk ilişkilerindeki bu püf noktasını görmeyenler ya da "Artık her şey değişti" yanılgısına düşenler, doğal olarak yorum hatalarını seslendirmektedirler.
Bu nedenle bazıları siyasi iktidarları "Korkak", "Ürkek", "Teslimiyetçi" olarak damgalamaktadırlar.
Son olarak Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can'ın "Anayasa Mahkemesi esasa girerse kararını yok saymak gerekir" içerikli önerisine AK Parti iktidarından olumlu yansımalar gelmemesini, bu çizgide değerlendirenler yok mu?
Etyen Mahçupyan bu tabloyu şöyle değerlendiriyor:
"-... Bugünlerde eğer Anayasa Mahkemesi paketi iptal ederse, hükümetin bunu 'yok hükmünde' sayması tartışılıyor, ama hükümetten pek ses çıkmıyor. Çünkü tartışmaya katılmanın bile ilerde muhtemel bir kapatma davasında delil olarak kullanılacağından çekiniliyor. Diğer bir deyişle hükümet istediği kadar demokratik, yani toplumsal meşruiyete sahip olsun, yine de açıkça siyaset yapma durumunda olan bir Anayasa Mahkemesi'nden bile daha güçsüz durumda."
Kendi sahasına çekmek
Mahçupyan'ın AK Parti iktidarına gösterdiği yol ise şöyle:
"Kıssadan hisse, oynanacak oyunun hükümetin sahasına taşınmasıdır... Yani meselenin, ideolojik meşruiyetin gölgesinde kalan tartışmalardan kurtarılıp, toplumsal meşruiyetin alanına taşınması gerekiyor. Bu ise topluma 'nasıl bir rejimde, nasıl bir ülkede yaşamak istiyorsunuz' sorusunun sorulmasıdır. Çözüm, reformların yapılıp yapılmamasını gündeme taşıyacak bir başka 'referandum' veya o işlevi görecek bir seçimdir."
Aslında söz konusu edilen "İdeolojik Meşruiyet" sadece Anayasa tartışmaları üzerinde yok.
Örneğin özelleştirmelere karşı direnişin gerekçelerinde de, "Kürt Açılımı"nın ertesinde yer alan gelişmelerde de, Avrupa Birliği üyeliğine karşı seslendirilen engellemelerde de bu ideolojik meşruiyete sahip olanların veya onlara arka çıkan siyasi kadroların varlığını yok sayabilir miyiz?
Hukuk bir eylem aracı "
Yüksek yargı" bu açıdan ideolojik meşruiyet cephesinin sadece bir öğesi.
Böylece Anayasa'nın açık hükümlerini yok saymak bir hukuki yorum farkı biçiminde sunuluyor ve mesela Cumhurbaşkanı seçiminde 367 oy şartı arayan kararda olduğu gibi veya başörtüsü konulu Anayasa değişikliğinde şekle değil esasa girip iptal verilmesinde olduğu gibi, "Hukuk" ideolojik bir eylem aracına dönüştürülüyor.
Mahçupyan'a katılıyorum.
İktidar oyunu kendi sahasına yani "Demokratik Meşruiyet"in geçerli olduğu alana çekmelidir.