Siyasetten bizim mesleğe, gazeteciliğe de sirayet eden bir alışkanlık var.
Bu alışkanlığın yansıması şöyle.
Diyelim ki bir köşe yazarı bir konuda düşüncesini açıkladı.
Bir gelişmeyi kendince yorumladı bu köşe yazarı.
Bakıyorsunuz bir başka köşe yazarı bu konu üzerinde yazarken kendi görüşünü açıklayacak, kendine özgü yorumunu seslendirecek yerde, daha önce bu konuda yazmış olan meslektaşının görüşlerinin yanlış olduğunu iddia ediyor.
Peki işin doğrusu ve yapılması gereken nedir?
Kendi düşüncelerini açıklamak yerine başka herkesin düşüncelerini yerden yere vurma alışkanlığını sürdürenleri, bu sorunun cevabı hiç ilgilendirmemekte.
Çünkü onların kendilerine ait bir görüşleri yok.
Onlar kendi konumlarını "Meslektaşlarını eleştirmekle görevli gazete yazarı" olarak belirlemişler.
Siyasette bu konumu, iktidar ile muhalefet arasındaki "Diyaloglar"da görürüz.
Diyelim ki iktidar kendince bir "Açılım" yapmış ve bu konuda muhalefetin de katkı yapmasını istemiş.
Ama ne diyalog
Bu diyalog arayışı şöyle gelişir.
Muhalefet iktidara şu cevabı verir:
- Senin bütün arayışlarını protesto ediyorum. Sen bu arayışlarınla ülkeyi bölüyor, kamplaştırıyorsun. Seninle görüşeceğim. Ama görüşsek de görüşmesek de benden katkı bekleme.
Oysa karşılıklı görüşerek üzerinde çözüm üretilmesi istenen sorun, ülkenin partiler ve zaman üstü hale gelmiş kronik bir problemidir.
Siyasette "Benim bu konudaki çözüm önerim şudur" yerine "İktidarın çözüm önerileri yanlıştır" demek, değişmeyen bir alışkanlık değil mi?
Örneğin aklı başında ve hesap bilen herkes "Türkiye'nin sermaye eksikliği var" demekte.
Bu eksikliği gidermek için yabancı sermayeye ekonominizi çekici kılacak yasalar çıkartıyor, teşvikler oluşturuyorsunuz.
Anında da "Kapitülasyonlar canlandırılıyor" veya "Milli değerlerimiz yabancılara peşkeş çekiliyor" diye tepkiler geliyor.
Bu tepkileri seslendirenler bir yandan da "İşsizlik tırmanıyor, yatırım yok" diye feryat etmekte.
Kimse onlara "Sermaye olmadan yatırımı ve istihdamı kim nasıl gerçekleştirir" diye sormuyor.
Çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden beri bu hep böyle olmadı mı?
Casus yakalamak yasaktır
Bir de belirli konuları kendince konuşulmaz ve dokunulmaz ilan edip, bunlara değinenleri "Hain" olarak sunmak alışkanlığı var.
Geçenlerde Herkül Millas Zaman'daki yorumunda bir fıkra anlatmıştı.
Garnizon kapısında nöbet bekleyen er yoldan geçen birinden şüphelenir, yakalar ve "Bu adam casus" diyerek komutanına götürür. Adam sorgulanınca gerçekten casus olduğu anlaşılır... Casusu yakalayan erin uyanıklığı takdir edilir. Başarısı ordu içinde duyurulur ve mükâfat olarak üç ay izin aldığı da belirtilir.
Ondan sonra büyük bir sorun yaşanır. Nöbetteki erler gelen geçeni yakalayıp casus diye komutanlarına götürmeye başlarlar. "Belki piyango bize de isabet eder" hesabı yaparlar.
İnsanlar garnizonlara yaklaşamaz olur...
Sonunda bakarlar ki bu iş böyle gitmeyecek.
Komutan bir talimatname yayınlar.
- Bundan böyle casus yakalamak yasaktır, denilir bu talimatnamede.
Herkül Millas bu fıkrayı medyadaki durumlara getirerek "Hakaret etmek serbesttir" desek ve rahat etsek veya "Yazarçizer takımının da dokunulmazlığı olsun" desek içerikli önerilere bağlamıştı.
Bu fıkrayı ben "Kimse kendi görüşünü açıklayamaz. Eleştirmek serbest, üretmek yasaktır" içerikli bir öneriye bağlıyorum.