Siyasi iktidarı eleştiren bir köşe yazısında veya bir muhalefet partisinin söyleminde, ülkenin sosyo-politik görüntüsü şöyle anlatılsaydı, yadırgar mıydınız?
- Toplumda hemen herkesin aile hayatı, arkadaşlık, dostluk benzeri sosyal çevresi sanki şiddetli cehennem azabına tutulmuş gibi ve sanki yaşama mutluluk ve neşe katan her şey yok olmuş gitmiş gibi, korkunç bir kahır, keder inilti ve bunalım doluydu. Evlerde, ibadethanelerde, kent meydanlarında ve başka yerlerde karşılaştıklarında açlıkları, rezilleşmiş hayatları, düşkünlükleri, aşağılanmaları ve daha dile gelmemiş nice alçalmaları dışında, üzerinde konuşacakları hiçbir olumlu şeyleri yoktu.
Bu anlatım M.S. 6'ncı yüzyıl İstanbul'unda Prokopius tarafından kaleme alınmıştır.
İmparator Justinyen'in resmi tarihçisi olan Prokopius, görevini icra ederken İmparatorun başarılarını ve icraatını yazmıştır.
Ölümünden sonra yayınlanması için yazdığı "Anekdota"da ise, gerek Jüstinyen'in, gerek İmparatoriçe Teodora'nın, gerekse Belisarius gibi ünlü komutanların ipliklerini pazara çıkarmıştır.
Hukuk reformu
Prokopius'un "Hırsız", "Rüşvetçi", "Hukuk ve adalet düşmanı" şeklinde nitelediği Jüstinyen'in döneminde Bizans en geniş sınırlarına ulaşmış, İstanbul dünyanın en gelişmiş kenti haline gelmiştir.
Jüstinyen dünyanın en ünlü hukukçularını İstanbul'da iki yıl süreyle sarayında ağırlamış ve Roma Hukuku'nun yeniden kodifiye edildiği 4500 maddelik "Codex" yayınlanmıştır. Daha sonra da, hukuk metinlerinin, anayasa hukukunun ve medeni hukukun düzenlendiği "Pandecta", "İnstututes" ve "Novella" yayınlanmıştır.
Ama bütün bunlar ve mesela günümüzde bile bir mimari harikası olarak kabul edilen Aya Sofya'nın yapımı, Prokopius'un "Anekdota"sındaki ağır eleştirileri hafifletememiştir. (İstanbul'da İsyan ve Veba, Prokopius, Çev: Adil Calap, Lir Yayınları)
Kıssadan Hisse: Ne kadar icraatçı ve başarılı olsanız da, en yakın çevreniz bile sizin başarılarınız yerine başarısızlıklarınızı not edecektir.
Jüstinyen'in resmi tarihçisinin bile onu yerin dibine batırması, "Meğer koynumda yılan beslemişim" deyişinin bu coğrafyada ezelden ebede geçerli olduğunun kanıtıdır.
Toplumun davranışlarını etkileyen durumları da bu coğrafyada doğru tahlil etmek şarttır.
Ömer Özgüner'in "Başkasını Seviyorum" romanında (Doğan Kitap) bu konuda pek düşünülmeyen önemli bir ayrım vardı.
Yoksulluk ve yoksunluk
Bu ayırım "Yoksulluk" ile "Yoksunluk" arasındaydı.
Ömer Özgüner yakın geçmişi şöyle anlatmıştı:
- ... Cep telefonu, arkadaşlık siteleri, hızlı arabalar, pahalı kol saatleri, Boğaz kıyısında kulüpler... hiçbiri yoktu... Varsa da biz bilmiyorduk. Sevgilinle buluşabileceğin tek mekân pastanelerdi. Dondurma ve limonatayla idare ederdik... Yokluk sefaletle eşit değildi. Parasızlık kadar alınacak şeylerin azlığı da sorundu. Yani yoksunluk. Bunun nasıl bir şey olduğunu sosyalist sistemin çöküşünden yıllar sonra Romanya'da görmüştüm.
Bu ülkenin (veya İstanbul'un) iki yazarının 1500 yıl zaman farkıyla toplumu anlatımları böyle...
Özgüner'in romanındaki bu satırları okurken de, alınacak şeylerin çoğalmasının eski "yoksun" kesimlerin kendilerini "yoksul" hissetmelerine sebep olacağını düşünüyorsunuz.
"Eskiden hayat daha rahattı ve daha güzeldi" içerikli yakınmaların kaynağına da inmiş oluyorsunuz.