Tabii ki herkes ve her ülke kendini önemsemelidir.
Bu kendini önemsemenin en somut örneğini, Hariciye'de 3'üncü katiplikten istifasını "Ayrıldık izzet-i ikbal ile babı hükümetten" söylemi içinde veren şair Namık Kemal'den verebiliriz.
Namık Kemal 3'üncü katiplikten değil de sadrazamlıktan istifa etseydi, kim bilir nasıl anlatırdı bunu?
Ama herkes kendi önemini vurgularken, bunun gerçek ağırlığını ve dışa dönük etkisini de abartmaktan kaçınmalıdır... En azından bu önemi seslendirirken, içi boş bir güç gösterisi haline de dönüştürmemelidir bunu.
Balkan Savaşı'nda minik Karadağ'ın Kralı, Osmanlı ordularına saldırı emri verirken "Bütün toplar ateş" diye bağırmış. Sonra da yanındaki yaverin kulağına eğilip, "İkisi birden" demiş ya.
İşte öyle bir şey.
1970'lerde bir avukat, başından geçen hoş bir olayı anlatmıştı.
BİR OLAY
Bu avukatı cezaevi savcısı aramış ve tutuklu bulunan müvekkilinin, bir gardiyanı dövdüğü için hücreye atıldığını duyurmuş. Avukat hemen cezaevine gidip, tutuklu müvekkiline "Neden böyle bir şey yaptın"
diye sormuş. Adam da olayı şöyle anlatmış:
- Arkadaşlar cezaevine esrar sokmuşlar. Sigaraya sarıp içtim ve kafayı buldum. O sırada baktım, Amerika ile Sovyetler birbirleriyle kavga ediyorlar. Hemen Amerika Başkanı Nixon' ı ve Sovyet lideri Brejnev' i aradım. Bunlar benim arabuluculuğumu kabul ettiler. Tam bu ikisini buluşturup, dünya barışını gerçekleştirecekken, gardiyan geldi ve esrarlı sigarayı elimden almaya kalktı. Avukat Bey, bu durumda sen olsan gardiyanı dövmez miydin?
Dünya gerçeklerini hayal dünyasında görmezden gelip, kendi gücünü abartılı biçimde değerlendirmek zaman zaman insanı rahatlatsa bile, bunun ölçüsü kaçırıldığı takdirde dramatik sonuçlara dayanabilir. Bu tutumu alışkanlık haline getirmek ise, istenmeyen, tatsız uyarılara da neden olabilir.
Bu nedenle dünya politikasında gerçek güçlerinin üzerinde etkili olmak isteyen ülkelerin politikacıları, öncelikle kendi ülkelerinin ekonomik ve siyasi istikrarını sağlamak gerektiğini bilirler. Kendi ülkelerinin sosyopolitik dengesizliklerinin üstesinden gelemeyen, kurumlar arasındaki ilişkileri demokrasi ve hukuk zeminine oturtmayı başaramamış politikacılar, süper güçlerin çıkar hesaplarının arasına taraf olarak girmeyi denedikleri takdirde, hiç beklenmeyen krizlerle önce içeriden vurulurlar.
BİR GERÇEK
Hiç unutmam... 1980'lere dayanan günlerden birinde, gazetedeki odama rahmetli Turan Güneş gülerek girmişti. Neden güldüğünü sorduğumda da, şöyle demişti:
- Vehbi Koç'la Sakıp Sabancı'nın arası açılmış. Bizim mahallenin bakkalı Ali efendi şimdi bunların arasını bulacakmış.
Turan Güneş bunları söyledikten sonra elindeki gazeteyi masanın üzerine koyup, manşeti işaret etmişti. Manşette dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in, Amerika ile Sovyetler Birliği'ni barış masasına oturtmaya çalışacağını açıklayan demeci vardı.
İlk günlerini yaşadığımız 2007 yılı, içeride Cumhurbaşkanlığı seçimine ve genel seçime ilişkin gerginliklerle, dışarıda da Amerika'nın yeni Irak stratejisine ilişkin bunalımlarla geçecek. Bu arada Kıbrıs'ın Türkiye'nin AB üyeliği yolundaki ipoteği de, 2007 içinde çeşitli aşamalarda, sık sık gündeme gelecek.
Türkiye elbet bölgemizdeki ağırlığını proaktif bir politika ile hissettirmek durumunda olacak. Ancak hiç unutulmaması gereken gerçek, "Cihanda sulh" un en önemli öğesinin öncelikle "Yurtta sulh" olduğudur.
Kısacası, ülkenin gerçek gücünün içeride siyasi ve ekonomik istikrarın korunması ile sağlanacağını herkes bilirse, dışarıdaki bizim gücümüzü ve etkimizi aşan problemli konulara ağırlık koyabilme imkanımız bir ölçüde artar. Bu bakımdan dış bunalımların içeriye yansımasını önlemeye çalışmak, şu anda izlenmesi gereken en pro-aktif dış politika olmalıdır.